'İran yaptırımları ve bölgesel güvenlik'

 

Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi'ne senatör Philip H. Gordon tarafından sunulan tebliğ

 

"İran Yaptırımları ve Bölgesel Güvenlik"

 

Bay Başkan ve Komite'nin değerli üyeleri

 

Bugün bana bu tebliği sunma fırsatı verdiğiniz için teşekkürler. İran'ın nükleer silah üretmesini önlemek amacıyla izole edilmesine yönelik ABD çabaları için daha büyük bir uluslararası desteğin nasıl elde edileceği çok önemlidir. Açık olmak gerekirse İran'ın nükleer programını durdurabilmek için ABD'nin, Avrupa ve BM Güvenlik Konseyi'ndeki ortaklarından tam destek alıp alamayacağı şüphelidir—İran, kendisini silah elde etmeye çok yaklaştıracak tam bir nükleer yakıt döngüsü için planlarını ileri götürmeye azimli görünüyor. Buna rağmen açık olan şey; uluslararası destek olmadan ABD'nin, İran'ı izole etme çabalarının başarısız olmaya mahkûm olduğudur. ABD hâlihazırda 30 yıldan beridir İran ile önemli bir ticaret veya yatırım yapmamaktadır; sadece diğer önemli ülkelerin böyle davranmaya ikna edilmesiyle İran, nükleer silah geliştirmesinin ekonomik ve diplomatik bedelinin onu elde ederek kazanacağına inandığı ödülden daha büyük olacağına ikna edilebilir.

 

İyi olan ABD'nin en önemli ortaklarından hiç birinin İran'ın nükleer silahları geliştirdiğini görmek istememesidir ve çoğu İran rejimine yaptırım uygulamaya doğru bazı adımlar atıyorlar. Temmuz 2006'dan beri BM Güvenlik Konseyi, İran'ın uranyum zenginleştirmesiyle ilgili bütün faaliyetlerini askıya almasını istediği üç karar aldı. Bu kararların son ikisi; aralarında İran'ın silah ticaretine sınırlamaların, İran ile nükleer ticaret sınırlamaları ve İran'ın nükleer ve füze programları ile bağlantılı olan bireylerle finansal ilişkilerin yasaklanmasının da olduğu sınırlı ekonomik yaptırımlar öngörüyordu. AB, İran'ın uranyum zenginleştirme programını durdurmak için diplomatik çabalarda inisiyatif üstlendi, Avrupa ülkelerinin hükümetlerinin çoğu İran'a verdikleri borç teminatlarını azaltıyor ve önemli şirketlerini İran'a yatırım yapmamaları için cesaretlendiriyor ve AB şimdi eğer Rusya ve Çin bu meselede adım atmayı reddederse Güvenlik Konseyi'nin dışında ekonomik yaptırımı düşünüyor.

 

Aynı zamanda politik ve ekonomik baskı için uluslararası desteğin sınırları da açıktır. Pek çok Avrupa ülkesi, her durumda işleyeceğinden şüphe ettikleri yaptırımları güçlendirmek için İran'daki ekonomik çıkarlarından fedakârlık yapmaya gönülsüz kalmaya devam ediyorlarken Rusya ve Çin, İran'ı çevrelemeden daha fazla ABD'nin liderliğini bloke etmek için gayretli görünüyorlar ve Güvenlik Konseyi'nde sınırlı ekonomik yaptırımdan daha fazlasına karşı olmaya devam ediyorlar. Bu karmaşık ve meydan okuyucu bağlamda ben tebliğimi iki ana alanla sınırlamak istiyorum: Avrupalıların tavrının bir değerlendirmesi, AB içindeki ve çok kapsamlı olmamakla birlikte biraz da Rusya ve Çin'deki dinamikler ve Tahran'a yönelik etkili bir ekonomik ve diplomatik baskıyı desteklemeleri için ABD'nin müttefiklerini nasıl etkili bir şekilde cesaretlendireceği ile ilgili öneriler.

 

Avrupalıların Tavırları ve Politikalar

 

İran nükleer meselesinde öncü rolü almaya yönelik Avrupa motivasyonu, 2003 yılının sonlarında ABD'nin yeni herhangi bir diplomatik çaba göstermeden İran'a karşı askeri güç kullanacağı korkularından kaynaklandı. İranlı muhalif gruplar, İran'ın gizli nükleer geliştirme programının bütün boyutlarını ortaya sermişlerdi ve ABD'nin Irak istilasından sonra Avrupalılar eğer AB diplomatik bir alternatifin etkinliğini gösteremezse Washington'un İran'da rejim değişikliğini düşünebileceğinden korktular. Sonuç yeni bir diplomatik yapı oldu—EU3 (İngiltere, Fransa ve Almanya) Avrupa'nın geri kalanı adına diplomatik önderliği ele aldı ve İran, Avrupalılar ile görüşürken uranyum zenginleştirme işlemini askıya almayı kabul etti.

 

EU3'ün İran sorununa yaklaşımının birkaç faydalı sonucu oldu. Görece olarak Avrupalıları bir arada tuttu ve İran için Avrupa'da bir devleti diğerine karşı kullanma işini çok zorlaştırdı. Daha da önemlisi AB liderliği, Avrupalılara İran nükleer sorununda önemli bir yer verdi. Avrupa'nın önderliği alabildiğini ve diplomasinin çalışabildiğini göstermek için ileriye adım atmakla AB kredibilitesini ortaya koydu ve Avrupalılar, ABD'nin arkasına saklanmıyorlar ve onu suçlamıyorlar. Bu dinamik Avrupalı müzakerecilerin kendilerini kesinlikle etkiledi—Tahran'ın haşarılığını ve nükleer meselede açık olmamasıyla doğrudan şahit olan, İran'la temas halinde olan Avrupalılar bu meselede giderek artan bir şekilde sert politikayı savunmaya yaklaştılar.

 

İran meselesi üzerindeki göreli AB bütünlüğünün altını çizerken önemli Avrupalı aktörlerin arasındaki farklılıkları hatta EU3 arasındaki farklılıkları bilmek önemlidir. İran ile tarihi sorunları (son zamanlarda İran'ın su sınırlarını ihlal ettikleri suçlamasıyla 15 İngiliz denizci askerin esir alması) ve İran'daki görece sınırlı ekonomik çıkarlarıyla İran nükleer sorununda başından beri en sert tutumu benimsedi. İngiltere de diğer Avrupalı ülkeler gibi yaptırımların BM Güvenlik Konseyi üzerinden uygulanmasını tercih ediyor fakat eğer herhangi bir BM anlaşması sağlanamazsa Konsey'in dışında ulusal ve AB yaptırımlarını desteklemeye hazırdır. İngilizler şimdiye kadar yapılanların başkan Ahmedinecat'ı geri adım atmaya ikna edemediğini kabul ediyor fakat uzun dönemde farklı İran liderliklerinin nükleer meselede uzlaşmayı isteyebileceğine inanıyor.

 

Fransa da aynı zamanda göreli sert bir tutum aldı ve artan bir şekilde bu tavrını sürdürüyor. Eski başkan Jacques Chirac kişisel olarak bir İran nükleer silahının önemli bir tehdit oluşturmayacağını düşünürken ve Güvenlik Konseyi tarafından onaylanmayan herhangi bir AB yaptırımına karşıyken başkan Nicolas Sarkozy daha sert bir tutumu benimsedi. Bir İran bombasını "kabul edilemez" olarak adlandıran Sarkozy, Avrupa içinde sorunla ilgili öncülüğü ele aldı ve şimdi eğer Güvenlik Konseyi böyle bir karar vermeyi reddederse AB yaptırımlarını dayatmak için Avrupalı ortaklarını ikna etmenin yollarını arıyor. Sarkozy aynı zamanda İran'da yatırım yapmaması için açıkça Total gibi önemli Fransız enerji şirketlerine çağrıda bulunarak Chirac'ın tutumundan uzaklaştı. Ağustos ayında Paris'te yaptığı bir konuşmada "bir İran bombası ve İran'ın bombalanması" arasında nihai bir tercihte bulunmayı önlemek için Avrupa'ya harekete geçmesi çağrısında bulundu. Dışişleri bakanı Bernard Kouchner, bir İran nükleer silahının engellenememesi durumunun "savaş" ile sonuçlanacağı öngörüsünde bulundu. Her iki Fransız lider, askeri güç kullanmanın savunusunu yapmadıklarını açıkça ifade ettiler fakat Avrupalı ortaklarını—olduğu kadar Rusya ve Çin'i—diplomatik başarısızlığın sonuçlarının felaket olacağı konusunda uyardılar.

 

Almanya, Güvenlik Konseyi kararıyla veya onun dışında ekonomik yaptırımları desteklemeye çok gönülsüzdür. Bu gönülsüzlük büyük oranda Almanya'nın İran'daki dikkate değer ekonomik çıkarlarından kaynaklanmaktadır. Bunların arasında, 2006 yılında (İngiltere'nin 1 milyar dolardan daha az ve Fransa'nın 2,6 milyar dolar ihracatıyla kıyaslandığında) İran'a gerçekleştirdiği 5,7 milyar dolarlık ihracat ve 5 milyar doların üzerinde açtığı kredi garantileri var. Fakat Almanya'nın bu tavrı aynı zamanda caydırıcı yaptırımlara karşı takındığı genel bir rahatsızlıktan da kaynaklanmaktadır. Alman diplomatlar İran'a yönelik yaptırımları arttırmanın daha büyük gerilimlere öncülük edeceğini ve savunma düşüncesiyle İran'ı nükleer silah elde etmeye daha bir azimli kılacağını iddia ediyorlar. BM kararları dışındaki yaptırımların etkisiz olacağını, çok taraflı diplomasiyi zayıflatacağını, Rusya ve Çin ile ilişkilere zarar vereceğini düşünüyorlar. Sorunla ilgili yaklaşımda Almanya'nın koalisyon hükümeti arasında da bölünme var: aralarında dışişleri bakanı Frank-Walter Steinmeier'ın da olduğu Sosyal Demokrat partili ortakları caydırıcı bir yaklaşım almaya kuşku ile bakarken, Hıristiyan Demokrat Birliği lideri Şansölye Angela Merkel soruna yönelik görece sert bir tutum alıyor (Ahmedinecat ile ilgili olarak "İsrail'in varlık hakkını sorgulayan, soykırımı inkâr eden bir başkan, Almanya'dan herhangi bir hoşgörü görmeyi beklememelidir dedi).

Diğer bazı Avrupa ülkeleri—örneğin,  İtalya ve Avusturya—İran'a yönelik yaptırımları güçlendirmeye çok daha gönülsüzler. İtalya, geçen yıl 7 milyar doları bulan ikili ticaret ve riske ettiği 4 milyar dolar ihracat kredisiyle birlikte İran'ın en büyük ticari ortaklarından biridir. Özellikle enerji şirketi Eni üzerinden aynı zamanda İran'daki önemli yatırımcılardan biridir. İtalya aynı zamanda EU3'ten dışlanmasına ve müzakere masasında bir koltuğunun bulunmamasına içerliyor.

 

İran'ı izole etmek için daha büyük bir Avrupa desteğini kazanmak bu yüzden zordur fakat imkânsız değildir. Her şeye rağmen Avrupalıların yaptırımları uygulamadaki gönülsüzlükleri, artan Amerikan baskısının kombinasyonu, EU3 liderliği ve İran'ın tavrı—hem nükleer meseledeki işbirliği reddi hem de başkanının provokasyonları—İran'ın ekonomik ve politik izolasyonuna öncülük ediyor. Aralarında, Deutsche Bank, HSBC ve BNP Paribas'ın olduğu Avrupa bankaları büyük oranda İran ile iş yapmayı durdurdular. İran'a verilen yeni Alman ihracat kredi garantilerinin miktarı 2004 yılında 3,3 milyar dolar iken bu miktar 2006 yılında 1,2 milyar dolara geriledi ve İran'a Alman ihracatı 2007 yılının ilk çeyreğinde %18 azaldı. İran enerji sektöründeki önemli yatırımlar—Fransa'nın total şirketi, İspanya'nın Repsol şirketi ve Anglo-Dutch grubu Royal Dutch Shell tarafından planlananlar gibi—tekrar tekrar ertelendiler. Yeni sınırlamalar sorunlu İran ekonomisi üzerinde özellikle de enerji sektöründeki acil ihtiyaç duyduğu yatırımları gerçekleştirme yeteneği üzerinde bir etkiye sahip olacaktır. AB liderleri, eğer Güvenlik Konseyi, İran'ın istekleri yerine getirmeye razı olmamasından dolayı daha büyük yaptırımlar uygulamak için kendi tehditlerinin izinden gitmede isteksiz davranırsa bunu AB düzeyinde gerçekleştirmeyi kabul edeceklerini söylediler.

 

Daha büyük meydan okuma Çin ve Rusya'dan gelmektedir. İran'ın uranyum zenginleştirmesini illegal hale getiren ve sınırlı ekonomik yaptırımları dayatan Güvenlik Konseyi kararları Bölüm VII'yi kabul etmeye isteklilikleriyle her ikisi de İran'ı şaşırtmasına rağmen İran'ın uzlaşma sınırlılığına karşın onlar hala daha kapsamlı ekonomik yaptırımlara direniyorlar. Özellikle Rusya, İran'a yönelik ekonomik baskıyı arttırmaktan çok ABD'nin diplomatik bir zafer kazanmaması için daha fazla gayret göstermektedir. Rusya aynı zamanda Birleşik Devletler hali hazırda İran'a yatırım yapmadığından ve onunla ticaret yapmadığından, İran ile yaptığı nükleer ticaret ve silah satışlarına müdahale edecek herhangi bir yeni yaptırımın asıl darbesinin Moskova'ya olacağını iddia ediyor. Başkan Putin, İran nükleer silahlarına karşı olduğunu iddia ediyor ve İranlıların nükleer silah peşinde olduklarına dair herhangi bir delilin bulunmadığını ekliyor. Onun son Tahran gezisi İran meselesiyle ilgili ondan çok az şeyin beklenmesi gerektiğinin işaretidir. Eğer Rusya pozisyonunu değiştirirse Çin, İran'a karşı hareketin karşısında durmayacaktır fakat Pekin, nükleersizleşmenin hatırına İran'daki dikkate değer ekonomik çıkarlarından fedakârlık etme ile çok az ilgileniyor (Çin'in, İran'la yıllık 14 milyar dolarlık ticareti dünyada herhangi bir ülkenin yaptığının en fazlasıdır).

 

İlerleme

 

ABD, İran'a yönelik ekonomik ve diplomatik baskılarını arttırmaları için ortaklarını ikna etmek için çalışmaya devam etmelidir. Tabi ki politik ve ekonomik yaptırımların arttırılmasının İran'ın davranışını değiştirmede başarılı olacağının veya İran rejiminde bir değişikliğe katkıda bulunacağının garantisi yoktur fakat alternatifleri düşündüğümüzde—İran'ın nükleer kapasitesine rıza gösterme veya bedelinin yüksek olacağı ve karşıtını üreteceği kesin olan bir askeri saldırı—bir çıkış yolu duygusu oluşturuyor. Pek çok kimse yaptırımların asla işe yaramayacağını iddia edebilir fakat bu iddia Güney Afrika, Sırbistan, Libya hatta batılı yatırıma sınırlamalar getirilip ekonomik sorunların şiddetlendirilmesiyle Gorbaçev döneminin oluşturulmasına yardım edildiği ve nihayetinde rejimin sonunun getirildiği eski Sovyetler Birliği tecrübelerini gözden kaçırmaktadır. Uluslararası ekonomik ve diplomatik yaptırımlar; kapsamlı, çok taraflı ve sürdürülebilir olduklarında çoğu kere önemli pozitif etkilere sahip oluyorlar en azından farklı toplumlarda eğitimli insanlarla sivil toplum grupları öncelikle de İran'da olduğu gibi demokratik kurumlar aktifleşiyor. Hâlihazırdaki İran rejimi, potansiyel bir nükleer silah üretim kapasitesi geliştirmeye azimli görünüyor fakat ekonomik gelişmeler İran halkı için yüksek bir önceliğe ve bir bütün olarak ülke için zorunluluğa sahiptir. (Tarafsız Terörsüz Yarın tarafından 2007'nin yazında gerçekleştirilen anketlerde İranlıların %80'i İran'ın uluslar arası nükleer gözlemcilere tam açık olmasını ve dış yardım için karşılığında nükleer silahlar geliştirmeme ve onlara sahip olmama garantisi istediklerini söylediler.)

 

İran'a uluslar arası baskıyı çok daha etkili bir şekilde arttırmak için ABD eş zamanlı olarak bir dizi farklı yol takip etmelidir. İlk olarak, İran'a daha sıkı yaptırımlar dayatma adına yeni bir karar için BM Güvenlik Konseyi'nde konsensüse ulaşmaya çalışma sürecini devam ettirmelidir. Rusya ve Çin şimdilik böyle bir karara karşılar fakat onlar aynı zamanda İran'ın nükleer silah elde etmesini önleme konusunda batının kaygısını paylaşmaktadırlar. Eğer İran hâlihazırdaki şekilde devam ederse—UAEA'nın geçmişteki nükleer çalışmalarıyla ilgili çözümlenmemiş sorularına cevap vermede başarısız olursa—Moskova ve Pekin, 2006'nın Temmuz ve Aralık aylarında ve 2007'nin Mart ayında yaptıkları gibi Tahran'a başka bir mesaj göndermeyi tercih edebilirler. İster istemez çıkarlarını kovalarken ve önemli uluslar arası ilkelerden yana dururken ABD aynı zamanda Rusya ve Çin ile Washington'un önemli bulduğu sorunlar için beraber çalışma isteklerini azaltacak gereksiz çatışmalara girmekten kaçınmalıdır.

 

İkincisi, ABD, onların İran'ı ekonomik olarak izole etmelerini arttırmak için Avrupalı müttefikleri üzerinde politik ve diplomatik baskısını kullanmaya devam etmelidir. Belirtildiği gibi Avrupalılar bu yönde önemli adımlar attılar fakat yapabilecekleri daha çok şey var. Bu, İran'a hükümet destekli borç miktarlarını arttırmayı sonlandırmayı (2005'ten itibaren bir bütün olarak AB için bu miktar hala 18 milyar dolardır), Avrupa bankalarını İran'da iş yapmayı durdurmaları için ikna etmeyi ve İran enerji sektöründeki önemli Avrupa yatırımlarını kesmeyi içermektedir. Eğer BM Güvenlik Konseyi, hâlihazırda düşündüğümüz şekliyle daha sıkı yaptırımlara başvurmak için isteksizliğini ispat ederse AB daha sıkı yaptırımlar uygulamak için kendiliğinden cesaret bulacaktır. "Tek taraflı" AB yaptırımları BM sürecini terk etmek anlamına gelmeyecektir sadece Avrupalılar, Güvenlik Konseyi'nin daha sıkı yaptırımlara karar vermesi için son güne kadar baskı yapmaya devam ederlerken daha ileri bir adım atmış olacaklardır. ABD'nin cesaretlendirmesi ve diplomatik baskısı, Avrupalıların İran ile ekonomik ilişkilerini kesmelerinde başarılı olurken, ABD'nin onları böyle davranmaya zorlamak için yasal çabalara girmesinin geri tepeceğine inanıyorum. Başkanın İran'da yatırım yapan Avrupa ülkelerine yönelik ABD yaptırımlarından sarfı nazar etme yeteneğinden yoksun bırakacak yasama; Dünya Ticaret Örgütü'nde meşru bir meydan okuma, AB'nin ikincil yaptırımlar ilkesi için savaşma azmi ve AB'nin Amerikan şirketlerine misillemesi ile sonuçlanacaktır. En iyi yaklaşım, uluslar arası bir aktör olarak AB'nin ahlaki sorumluluklarını yerine getirmesi için İngiliz ve Fransız hükümetlerini desteklemeye devam etmektir.

 

Üçüncüsü ABD, İran'da önemli yatırımlar yapan şirketlere kamuoyu baskısını artırmak için daha fazla şey yapmalıdır. AB üyesi müttefikleri ile birlikte, önemli yatırımlar yapan şirketlerin adını yayınlamalı ve—aralarında kamu sektörü firmalarının, kamu ve özel destek fonlarının—onlarla iş yapmaması için cesaretlendirmelidir. İran ekonomisine destek olan şirketlerin varlıklarına el koyan özel fon yöneticilerine yerel yöneticilere legal koruma sağlamalıdır.

 

Dördüncüsü ABD, müttefiklerine İran'ı izole etme hareketinin başarısızlığa uğramasının askeri bir çatışma riskini arttırdığını hatırlatmalıdır. Bunun İran'a karşı bir güç kullanma tehdidi şeklini almaya ihtiyacı yoktur ve almamalıdır da fakat bu sadece başkan Sarkozy'nin de ifade ettiği gibi bu sorunla uğraşma da uğranılacak başarısızlığın diplomatik olarak uluslar arası toplumun seçeneklerini askeri güç veya bir İran nükleer silahına razı olmaya indireceği gerçeğinin tanınmasıdır. Müttefikler İran'ın politik ve ekonomik olarak izole edilmesi için daha az şey yapmalarının Bush yönetimi—veya İsrail'in—İran'a karşı güç kullanım ihtimalini arttırdığını anlamalılardır.

 

Beşincisi ve sonuncusu olarak Birleşik Devletler, İran'ın işbirliği yapması için teşviklerle birlikte gelen uluslar arası toplumun isteğini yerine getirmemesinden dolayı ödeyeceği bedeli arttırmaya yönelik çabalarını tamamlamalıdır. İranlılar ABD'nin ülkelerinin amansız düşmanı olduğuna inandığı sürece ne yapılırsa yapılsın onlar nükleer meselede uzlaşmayacak gibi görünüyorlar. Fakat eğer İranlılar sadece nükleer silah üretmek için daha büyük bedel ödeyecekleri ve eğer bunu yapmazlarsa sağlam çıkarlar elde edeceklerine ikna edilirlerse ulaşılabilecek bir anlaşma imkânı vardır. ABD'nin İran'la diyaloga açık olması da Avrupalıları ve diğerlerini sorunun çözülememesinin sadece Amerikalıların inatlarından kaynaklanmadığına ikna etmek için önemlidir. Aslında Bush yönetiminin 2005'ten sonra EU3 sürecini destekleyerek, uçak parçaları hibe etme ve İran'a Dünya Ticaret Örgütü üyeliği gibi potansiyel teşvik ediciler önererek, sivil bir nükleer program için İran'a yakıt sağlamanın farklı yollarını destekleyerek ve Irak'la ilgili İran ile doğrudan görüşerek Avrupalılar için bu "havuçları" kendi "sopaları"nın karşına koymalarını kolaylaştırmalarına yardım etti. ABD bu yönde, aralarında nükleer program ile ilgili İran'la doğrudan görüşmenin de olduğu daha ileri adımları düşünmelidir.

 

Tebliğimin başında ifade ettiğim gibi ABD'nin ortaklarını İran'ın daha fazla izole edilmesi için ikna etmede başarılı olmasının bile hâlihazırdaki İran rejimini nükleer zenginleştirme programını dondurması için ikna edeceğine dair herhangi bir garanti yoktur. Bu amaç kısa sürede başarılacak bir amaç gibi görünmüyor ve uzun vadede de başarılamayabilir. Yine de tek çıkış yolu, eğer İran uzlaşma istiyorsa İran halkı için daha iyi bir gelecek olasılığını sonuna kadar sürdürürken İran'ın istekleri yerine getirmeme durumunda ise bu tercihinin bedelini artırmaktır. Eğer daha sert ekonomik yaptırımlar nükleer programını şimdi durdurması için İran'ı ikna edemezse önümüzdeki bir yıl, iki yıl içinde—belki de yönetimde başka bir İran liderliği olduğunda—ciddi görüşmeler başladığı zaman ABD ve Avrupa bu görüşmelerde kullanmak için baskıya ihtiyaç duyacaktır. Biz aynı zamanda kendimize ve Avrupalılara, Rusya'ya ve Çin'e eğer bir nükleer silah geliştirme kapasitesi geliştirdiği için İran'a bedel ödetmezsek nükleersizleşme rejiminin öldüğünü yeterinde açık bir şekilde ifade etmeliyiz.

 

Bu sinirlendiren ve belirsiz bir politika istikametidir: fakat boyun eğme veya savaş alternatiflerinden çok daha iyidir.

 

 

 

http://www.brookings.edu/testimony/2007/1023iran.aspx

 

 

Bu makale Ali Karakuş tarafından Dünya Bülteni için tercüme edilmiştir.