Bir Arap ülkesinin, Araplar arasında siyasi uzlaşı gerçekleştirmesi için Türkiye’den arabuluculuk talep ettiğini okuduk. Arap bölgesinde yaşananları takip eden birçok kişi bu talep karşısında şoke olduğunu söylese de, haber benim için sürpriz değildi. Zira çoğu modern Arap liderinin kriz veya uluslararası karışıklık zamanında başka ülkelerin müdaha-le önerilerini reddetmediğini biliyorum. Sözgelimi, bazı Arap liderlerin Britanya’yı bölgesel bir örgüt kurmak için bazı başka Araplara baskı yapmaya teşvik ettiğini biliyoruz. O dönemdeki tartışmalar, diplomatik çabalar ve siyasi baskılar Arap Birliği’nin kurulmasıyla sonuçlanmıştı. Bu birliğin kurulmasında Arapların birleşmesi için sloganlar yükselten bazı Arap milliyetçilerin büyük payı olduğu doğru, ancak Britanya hükümeti de pay sahibi.
Batı’yla ilişkileri bozuluyor
Bu bağlamda, İsrail’deki Kudüs Halkla ilişkiler Merkezi’nin kısa süre önce yayımladığı ‘İsrail Sömürgeci Bir Devlet Mi? Filistinlilerin Terminolojisinin Siyasi Sosyolojisi’ başlıklı araştırmayı hatırladım. Irwin Mansdorf makalede, Arapların bağımsızlık dönemine ilişkin yeni bir Siyonist bakış açısı sunuyor. Buna göre, Arap milliyetçiliğinin yanı sıra Arap ülkelerinin Britanya ve Fransız emperyalizminden bağımsızlık elde etmesi, İsrail’in bağımsızlığını isteyen Siyonist çabaların sonucu. Yazara göre, Arap ve Yahudilerin bölgede bağımsız devlet kurma emelleri Balfour Deklarasyonu sayesinde gerçekleşti. Yani bağımsızlık çabasında Arapların hatırı sayılır bir katkısı yoktu. Osmanlı döneminin sonlarındaki Türk milliyetçiliği, ardından Balfour Deklarasyonu ve Britanya’nın bu yeni Arap ülkelerinin egemenliğini koruyacak bölgesel bir sistem kurma çabaları, Türkler, Yahudiler ve Britanyalılar olarak yabancıların attığı adımlardı. Araplar önemli bir rol aynamadı.
Türkiye’ye Araplar arasında arabuluculuk çağrısında bulunulduğu haberi sürpriz olmadı. Ben şahsen yeni bölgesel sistem projesine dahil olan İran’ın entegrasyon çabalarıyla, Türkiye’nin aynı yöndeki girişimleri arasında köklü bir fark görmüyorum. İran bölgeye direniş ve rakipleriyle mücadele niyetiyle entegre olmaya çalışırken, Türkiye aynısını gücü sayesinde ve işbirliği niyetiyle yapıyor.
Ortadoğu’da yeni kurulan bölgesel sisteme entegre olma girişimlerinin ayrıntılarını biraz düşünürsek, bu rolü oynamaya çalışan iki taraf arasında birçok benzerlik de görebiliriz. Sözgelimi, hem İran hem de Türkiye Batı’yla ilişkilerinde hassas bir dönemden geçiyor. Bu ilişkiler sadece düzey ve iki ülkedeki yönetim sisteminin yapısı açısından farklı. AB üyeliğine aday ve etkin bir NATO’da üyesi olan Türkiye’nin Batı’yla ilişkilerinde hızlı bir gerilemeye izin vermesi zor. Fakat iki kutuplu dönemdeki iyi ilişkileri korumasının mümkün olmadığını da biliyor. Batı’nın İslam dünyasında üçüncü savaş sahası olmaya aday ve İslamcı devrim hareketinin etkin üyesi olan İran’ın da Batı’yla yakın ilişkiler kurmayı denemesi zor. Bu arada İsrail, Batı’nın her iki ülkeyle de ilişkilerinin sınırlandırılması açısından etkin bir unsur. İsrail’in, bu iki devletin Arap sistemine kendi kontrolü dışında etkin bir biçimde girişini engellemekte çıkarları var.
Türkiye’yle İran arasında farklar da var, ancak bunlar iki ülkeyi çatışmacı bir mücadele ihtimaliyle karşı karşıya bırakmıyor. Aksine, Arap sistemindeki şartların iki ülkeyi aleni olması gerekmeyen bir anlaşmaya sürükleyeceğini düşünüyorum. Böyle bir anlaşma, bazı Arap topraklarının her iki ülkenin de düşmanlıkla veya hegemonya kurmak suretiyle yaklaşamayacağı temas bölgeleri olarak ayrılmasını öngörecek ve ikisinin de ortak önceliklerini gözetecektir.
AKP olumlu bir model
Türkiye ve İran üzerindeki Arap baskılarının, Arap ülkelerindeki istikrarsızlık halinden doğan zorlukların artmasıyla ve Araplar arası düşmanlıkların devam etmesiyle birlikte tırmanacağını düşünüyorum. Her iki ülke de arabuluculuk yaparak, destek vererek, koalisyon kurarak veya çatışmaya girerek Arap işlerine müdahale edecektir.
Diğer yandan, Arapların krizinin Türkiye’deki iç şartların gelişmesinde rol oynadığından ve oynayacağından eminim. Suriye’yle ilişkilerde elde ettiği ilerleme ve İsrail’in diplomatik taşkınlıklarına karşı ‘ulusal’ tutumu, AKP’ye asker ve Kemalist laiklikle mücadelesinde itibar kazandırdı. Türkiye şimdi hem İsrail’le ilişkilerde geçmiştekinden daha etkin, hem de Ortadoğu’da 18. yüzyıldan bu yana ilk kez bu kadar büyük bir yer işgal ediyor. Türkiye’deki ılımlı İslami akımın nüfuzunun ilerlemesinin Arap bölgesindeki dolaylı etkisi görmezden gelinemez. İç şartlarında sivil İslamcı hükümetin gölgesinde meydana gelen bu olumlu gelişmeler sebebiyle, Türkiye siyasi sistemi dini yapı taşıyan ülkelere destek olabilir, diplomatik, ekonomik, siyasi ve hatta dini müdahalelerde bulunabilir. (Londra’da Arapça yayımlanan Hayat gazetesi, 22 Mart 2010)
Kaynak: Radikal