İran ve savaş tehdidi hatası

İran hakkındaki çeşitli yanlış fikirlerden biri de İranlıları onlardan istediğimiz tavizleri masada vermeleri için ABD’nin, bunu yapmadıkları takdirde, özellikle de askeri güç kullanarak ciddi acı çektireceğine dair onları inandırıcı şekilde tehdit etmesi gerektiğidir. Bu fikri yaymaya teşne olan Amerika’daki (ve İsrail’deki) bazıları bir savaşı memnuniyetle karşılayacaktır. Böylesi bir tehdit mesajını iletmek için savaş hazırlıkları ve tırmandırma politikası kullanılırsa, bu iki ulusu kazaen savaşa yuvarlarsa – böyle bir tehlike mevcuttur - onlara göre bu daha iyidir. Fakat İran nükleer programı hakkındaki müzakerelerde bir anlaşmaya yardım etsin diye savaş tehdidine duyulan inanç, savaş peşinde olmayan ve anlaşma isteyen kişilere kadar uzanıyor. Chuck Hagel’in savunma bakanı olarak atanmasıyla ilişkilendirilerek çokça bahsedildi bundan. İnsanlar, İran’la bir savaşın olumsuz taraflarını takdir ettiğini gözler önüne seren Hagel’in, bir savunma bakanının (aynı kişilerin) inandırıcı (bulacağı) şekilde yapması gerektiği üzere İran’ı savaşla tehdit edip edemeyeceğini soruyorlar.

Genelde düşünceli olan Davd Ignatius bile bu tür bir düşünce çizgisini benimsedi. Son köşe yazısında, Dwight Eisenhower zamanındaki nükleer caydırıcılıkla mukayese yapıyor. Karşılıklı yıkım doktrini, Sovyetleri Armagedon’la korkutma “blöfü” onları Batı Avrupa’yı istiladan caydırmakta kullanılmıştı. Obama da İran’a benzer bir meydan okuma yapabilir diyor Ignatius.

Hayır. Bunlardan biri, tarihin en destansı saldırgan eyleminin caydırılmasıydı. Diğeri ise daha küçük bir ülkeyi açıkça barışçıl olan bir programı küçültmeye veya bundan vazgeçmeye zorlama çabasıdır ki bunu tehditle yapmak, saldırgan bir eylemdir. Thomas Schelling caydırıcılık ve icbar etmek arasında önemli bir farklılık olduğunu, icbarın caydırıcılıktan daha zor olduğunu öğretmiştir bize. Soğuk Savaşın başlarındaki nükleer caydırıcılık ile İran’la şu an ki çekişme arasındaki ölçek, konu ve etik tüm büyük farklılıkların yanında bir de işte bu vardır.

Bu ve diğer farklılıklar, konferans masasında pes etmeyen İran’ı askeri saldırıyla tehdit etmekle ilgili problemlerden birine varıp dayanmaktadır: Savunma bakanı ne kadar enerjik bir savaş tehditçisi olursa olsun, böylesi bir saldırıyı inandırıcı kılmak. Obama’nın seçim sırasında rakip adaya “Ortadoğu’da yeni bir savaş isteyip istemediği” sorusuyla da ilişkilidir bu. Kamusal hissiyat düzleminde, çoğu Amerikalı Ortadoğu’da yeni bir savaşa bulaşmak istemiyor. Daha sofistike siyasi analiz düzleminde ise – eğer bu analiz doğru düzgün ve nesnel bir şekilde yapılırsa – böyle bir savaş, büyük maliyetli ve dezavantajlı görülecektir. Dezavantajlardan biri de – İran’daki muhaliflerin de defalarca uyardığı üzere – konumları kısmen de ABD’nin amansız husûmetine dayalı olan ve dış saldırıya karşı bayrağın etrafında toplanmaktan istifade edecek İranlı sertlik yanlılarının siyaseten güçlenmelerdir. Diğer dezavantajı, İranlıları belki de henüz almadıkları o kararı aldırıp nükleer silah üretmeye itebilecek olmasıdır.

Bu son mülahaza, askeri saldırı tehdidiyle ilgili bir diğer problemle, İranlıların nükleer silaha ilgi duyma nedenleriyle ilişkilidir. Başlıca nedeni, böylesi silahların büyük, rejimi ezip parçalayıcı bir dış saldırıya karşı caydırıcılık değeridir. Askeri saldırı tehdidi ne kadar çok savrulur ve bir saldırı ihtimalini güçlendirirse, İranlıların nükleer silah üretmeye olan ilgilileri o denli artacak, taviz verme eğilimleri ise o denli azalacaktır.

Savaş tehdidinin faydalı olduğu fikrini gözden çıkarmak için bu kadarı yeterli değilmiş gibi bir de bizzat nükleer müzakerelerin merkezi gerçeklikleri ve Tahran’ın onları nasıl algıladıkları var. İranlıları kabullenmeye teşvik etmek onları daha fazla incitme meselesinden ibaret değildir. Uluslararası müeyyidelerin neticelerinden zaten çokça inciniyorlar. Müzakerelerle ilgili olarak ortada görünmeyen şey, taviz vermeleri halinde acının azalacağına inanmaları için her hangi bir sebeptir. P5+1 müeyyidelerle ilgili olarak ferahlama sağlayacak bir teklifi masaya koymuş değil. Ne kadar incitilirlerse incitilsinler, böylesi bir teşvik olmadan İranlıların pes etmeleri veya hatta az buçuk taviz vermeleri için bir neden yoktur.

İranlıların Amerika’nın ve Batının nihâi amaçları hakkında şüphe duymakta yeterince iyi nedenleri var ve askeri saldırı tehditleri bunlar arasında yer alarak iyiye hizmet etmiyor. İranlılar, Amerika’nın İran’la ilgili başlıca amacının rejim değişikliği olduğu önermesi lehine mebzul miktarda delili görmek için uzaklara bakmak durumunda değil.  Bir Ortadoğu rejimiyle nükleer ve konvansiyonel silah programlarından vazgeçtiği bir anlaşma imzaladıktan sonra Amerika’nın askeri güç kullanıp – Libya müdahalesi – o rejimi devirdiğini görmek için de uzak geçmişe gitmek zorunda değil. İranlı liderler aynı şeyin kendi başlarına gelebileceğine inandıktan sonra her hangi bir taviz vermeleri için ne sebep var? Zaten problem var ve savaş tehdidi onu daha da kötüleştirmektedir.

Kaynak: National Interest

Dünya Bülteni için çeviren: M.Alpaslan Balcı