İran, Suriye ve Ortadoğu

Türk topçusu, sınırın Suriye tarafına ateş açıyor. Suriye’nin en büyük şehri Halep’teki binalar ise liğme liğme; her kat, dev betonarme sandviçler gibi üst üste yığılmış. Suriye, taşınması zor, tırmanan bir şiddetin kurbanı olan iç savaş yıllarının Lübnan’ına benziyor fakat bu savaşın açık bir galibi olacak gibi de durmuyor.

Suriye’nin en önemli müttefiki İran’da petrol ihracatı ve merkez bankası işlemleri üzerindeki müeyyideler ekonomiyi felç ediyor. Tahran pazarı, riyalin yüzde 40 değer kaybetmesi üzerine yaşanan şiddetli gösterilerden sonra hafta sonu kapatıldı. Hesaplarında dolar bulamayanlar merkez bankası önünde toplanandılar. Halk öfkesi, 2009 cumhurbaşkanlığı seçimlerinden bu yana en üst düzeydeydi.

Bu olaylar, bölgenin merkezinde güç dengesini değiştirecek mi? İran ve Suriye, Filistinlileri destekleyen ve Arap diktatörleri ile İsrail’i örtük bir ittifaka getiren Amerikan  oluşumuna muhalefetin başını çeken  “direniş blokunun” liderleriydi son on yıldır. Bu Amerikan karşıtı kale,  ABD’nin Irak işgali ve İsrail’in Lübnan ve Gazze’yi bombalamasının ardından 2006-2010 arasında nüfuzunun zirvesindeydi.

Arap Baharı ilk başta direniş ekseni lehinde gibiydi. Suriye ve İran parmağı olmaksızın, Hüsnü Mübarek Mısır’da ve Zeynel Abidin bin Ali Tunus’ta iktidardan uzaklaştırıldı. Beşşar Esad, ABD’ye, Arap otokrasilerine ve İsrail’e muhalefetinin kendisini devrimci dalgadan koruyacağı inancıyla 2011’in ilk aylarında kendinden emin duruyordu.

Aradan geçen onsekiz ay sonra ayakta kalmaya çalışan bugün, direniş ekseni. Türkiye, Esad rejimine daha bir gözdağı veriyor ve Amerika’nın kendini tutması karşısında sabırsızlanıyor. Amerika’daki başkanlık seçimlerinden sonra, Washington Türkiye’nin teşvik ve baskıları doğrultusunda hareket ederek Suriye muhalefetine daha fazla askeri yardımda bulunmanın çıkarlarına uygun olduğuna karar verebilir. ABD, Suriye’de merkezi yönetimin çöktüğü müzmin ve sonucu belirsiz bir savaşın el Kaide’ye hatta İran’a çok fazla şans verdiğini düşünebilir. Libya’daki büyükelçisi Christopher Stevens’ın geçen ay Bingazi’de öldürülmesinin gösterdiği üzere siyasi boşluk, nahoş sürprizlere gebedir.

Amerikan bakış açısından ideal bir sonuç, Suriye’de askeri darbe örgütlemektir. Amerika’nın Irak ve Afganistan eski büyükelçisi Zalmay Halilzad, Foreign Policy dergisine yazdığı bir makalede Amerika’nın şu adımları atması gerektiğini söyledi: “Muhalifler arasındaki ılımlıları güçlendirmek; silah yardımı üzerinden güç dengesini değiştirmek; güç paylaşımını düzenlemek için bir askeri darbeyi teşvik etmek; ve işbirliği karşılığında Rusya’nın buna ayak uydurmasını sağlamak.”

ABD, muhaliflerin ana silah tedarikçisi haline gelerek ayaklanma liderleri üzerinde nüfuz kazanabilir, ılımlılığı ve güç paylaşımını teşvik edebilir. Halilzad bu hamlelerin tıpkı 1989’da 15 yıllık Lübnan iç savaşını sona erdiren S.Arabistan’ın Tayfa şehrindekine benzer bir barış konferansına zemin hazırlayacağını düşünüyor. ABD’nin 1991’den sonra Irak’ta da yapmak isteyeceği bir şeydi bu.

Suriye’ye daha doğrudan bir müdahale, ABD için tehlikeli olabilir zira çatışmaya çekilme ihtimali var; ancak ayaklanmacılara verilecek desteği S.Arabistan ve Körfez’deki monarşilere terk etmek daha tehlikeli olabilir. Onların dağıttığı silah ve paraların Suriye’deki aşırı Sünni gruplara gitmesi muhtemeldir; 1980’lerde Afgan mücahitlerine Amerikan askeri yardımını ileten Pakistan istihbaratıyken böyle olmuştu.

Savaşı sona erdirmek için yapılacak bir savaş yerine – bu sona ulaşmak için katedilmesi gereken uzun bir yol var – tüm oyuncularla yapılacak bir barış konferansı Suriye’deki savaşı bitirmenin tek yolu olabilir. Fakat galiba buna da uzun bir yol var çünkü nefret ve öfke çok derin ve tarafların hiçbiri de kazanamayacağına ikna olmuş değil. Kofi Annan planı hiçbir yere varmadı zira yönetim ve ayaklanmacılar, planın sadece beğendikleri taraflarını uygulayacaklardı.

İran, Ortadoğu’da tehlikeye düşmüş pozisyonunu nasıl görüyor? İran politikası, pratik temkinlilik ve fiili hamlık karması bir şey; fiili hamlığı ise dış dünyaya genelde Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad sergiliyor. Fakat İran 2003’ten sonra Amerikalılara karşı mücadelesinde gerçekçiydi ve elini abartarak oynamamıştı. Şu an müeyyide baskısı altında olabilir ama 1980-1988 arasındaki İran-Irak savaşında olduğu gibi ciddi bir durum da yok. İranlılar, Amerika’nın iki İran düşmanını, Taliban ve Saddam’ı ABD’den çok İran’ın işine yaramış savaşlarla niçin devirdiğinin ancak ilahi müdahaleyle izah edilebileceğine dair şakalar yapıyorlar.

Fakat petrol ihracatı ve İran merkez bankası üzerindeki müeyyideler Tahran’a sürpriz olmuşa benziyor. Petrol gelirleri düştü; gıda, kira ve taşımacılık maliyetleri arttı. İranlılar son yıllarda en çok seyahat edenler arasındaydı ama dolar hesaplarından riyal çekemeyince bu sona erdi. Öfkeli olmalarına şaşmamalı.

İran rejiminin düşmanları ise çabucak ümitlenmemeli. Muhaliflere sempati duyan Tahranlı bir gazeteci geçen yıl bana şunu söylemişti: Bugünlerde İran’da olup bitenlerin resmini sürgündeki İranlılar çiziyorlar ve bu resim büyük ölçüde temennilerin ürünüdür.

İran rejimi, devrilen veya beka savaşı veren Arap rejimlerinden çok daha güçlü. Bölgedeki İran ekseni daha zayıf olabilir ama çözülmüş değiller.

Kaynak: Counterpunch

Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı