İran kazanıyor, İsrail kaybediyor

Juan Cole

Wikileaks’in sızdırdığı çoğu yazışmanın henüz yazılmakta olduğu geçmiş iki yıl zarfında Ortadoğu’da durumun ne kadar değiştiği üzerinde düşünecek olursak çok şaşırtıcı bir sonuçla karşılaşırız.  Lübnan’ın Sünni başbakanı – bir zamanlar zehirli bir eleştirmendi – geçen hafta sessizce İran’ın başkenti Tahran’a giderek tavafını yaptı. İsrail’in Suriye’yi İran’dan ayırma ümidi darbe aldı.

Bir zamanlar İsrail’in güçlü müttefiki olan Türkiye, artık İran’la ve Lübnanlı Şiilerle daha iyi ilişkiler arayışına girdi.

Lübnan Başbakanı Saad Hariri’nin İran’ı ziyareti, biraz da ülkesindeki Şii Hizbullah’ın dış hâmisine erişme teşebbüsüydü. Hariri’nin babası Refik Hariri 2005 yılında gizemli bir şekilde öldürüldü ve etrafta BM mahkemesinin işe Hizbullah’ı bulaştırma arzusunda olduğu dedikoduları dolaşıyor. Pek çok Lübnanlı, Hariri’nin S. Arabistan’a bağlı Sünni bir müslüman olmasından ve misilleme olarak takipçilerinin Lübnanlı Şiilere saldırma ihtimalinden hareketle, mahkeme bulgularının Beyrut’ta bir kez daha kalaşnikofları konuşturma tehlikesinden dehşete kapılıyor. Şiiler, 4 milyonluk küçük bir ülke olan Lübnan nüfusunun dörtte üçünü teşkil ediyorlar fakat Hıristiyanların ve Sünni müslümanların  iki yüzyıldır siyasi seçkinleri var.

Hariri’nin Tahran’da ayetullahlar ile yaptığı istişareler, Hizbullah milislerini kontrolde tutmak için İran’dan yardım isteme teşebbüsüydü . (Lübnanlı Şiiler, İran’a dış hâmileri olarak bakarlar tıpkı Sünnilerin S. Arabistan’a, Hıristiyanların da Fransa ve ABD’ye bakmaları gibi.) Görüşmeler, İran’ın Beyrut’a ekonomik yardım sözünü yeniden teyid etmeyi de amaçlıyordu. Agence France-Presse konuşan ve adının açıklanmasını istemeyen İranlı bir kaynağa göre Hariri, yardım karşılığında, İran’ın “sivil ve barışçıl amaçlı nükleer yetenekler geliştirmesine” destek verecek.

Eğer doğruysa, 180 derecelik bir dönüş bu. New York Times’a göre 2006 Ağustos ayında yapılan bir yazışmada, Saad Hariri’nin “Irak [savaşı] gereksizdi ama İran gerekli”; “İran nükleer zenginleştirme programını durdurma gereği varsa, müzakerelerden birşey çıkmadığı takdirde ABD gereken herşeyi yapmayı istiyor olmalıdır”  dediği belirtiliyor.

Al Akhbar gazetesinin web sitesinde yayınlanan bir diğer sızdırılmış yazışmaya göre, 2008 Mart’ında, Lübnan Savunma Bakanı Elias Murr - bir Hıristiyandır -  İsrail’in Hıristiyanları gücendirip yabancılaştırmadan Hizbullah’la nasıl savaşacağı hususunda tavsiyelerde bulundu. (Çünkü İsrail, 2006’da Hıristiyan kuzeyi bombalamıştı.) Murr, yazışmada yapılan izaha itiraz ediyor.

Hariri, İran hakkındaki söylemini kökten değiştirmekle kalmayıp İran’ın en iyi dostu Suriye’yle ilgili şaşırtıcı bir dönüş yaptı. Lübnan  Devlet Başkanı Michel Süleyman ve Hariri, iki yıldır Hizbullah’ın patronlarından Suriye’yle yakınlaşma gayretindeydiler.  Beyrut’un Refik Hariri suikastinden Suriye’yi sorumlu tutarak fena halde zarar verdiği Şam’la ilişkileri onarmaya baktılar.(Suçlamanın ardından Suriye karşıtı gösteriler başlamış ve Suriye askerleri Lübnan’dan çekilmişti.) Hariri, Şam’ı suçlamakla hata yaptığını söylüyor artık. Suriye’nin güçlü adamı Beşşar Esad’ın Lübnan’da artan etkisi, Obama yönetimini alarma geçirdi.

Benzer şekilde, yine son iki yıl zarfında, Ortadoğu’nun yükselen bölgesel gücü olarak Türkiye, Lübnan’a kendi ipini uzattı. Ankara ve Beyrut, iki ülke arasında serbest ticaret bölgesi oluşturan bir anlaşmaya imza attılar; Türkiye bu serbest ticaret bölgesini Suriye ve Ürdün’e de genişletmek istiyor.  Türkiye Başbakanı, Lübnanlı Sünnilerin ve Hıristiyanların çelişik duygular içerisinde olmalarıyla tam bir karşıtlık içerisinde, 23 Kasım’da Beyrut’a geldi ve “en modern tanklarla Lübnan ve Gazze’yi işgal eder, okulları ve hastaneleri yıkarsanız, sessiz kalmamızı beklemeyin. Sessiz kalmayacak, doğru olanı destekleyeceğiz” diyerek İsrail’i uyardı. Erdoğan,  Hariri suikastına Hizbullah’ın bulaştığı dedikodularına karşı çıktı ve Lübnan’ın “direniş ruhunun” cinayete bulaştığını hiç kimsenin hayal edemeyeceğini” söyleyerek Hizbullah’ı savundu. Türkiye’nin Hizbullah’ı savunması, Ankara’nın İran’la ilişkilerinin iyileşmesiyle muvafıktır. Türkiye, İran nükleer zenginleştirme programı hakkında BM Güvenlik Konseyi’nde duruma müdahale etmeye kalkışmıştı. Konsey 9 Haziran’da ekonomik müeyyideleri geçirdiğinde Türkiye ve Brezilya müeyyidelere karşı oy kullanırken Lübnan da çekimser kalmıştı.
İran 2005- 2006 zarfında Doğu Akdeniz’de ricât ediyormuş gibiydi. Batı yanlısı Sünniler ve Hıristiyanlar Beyrut’ta hâkimiyet sağladılar. Suriye, Lübnan’dan çıkarıldı ve Suriye’nin İran’dan koparılması konusu gündeme geldi. Bir NATO üyesi ve İsrail müttefiki olan Türkiye’nin güçlü generalleri muhakkak ki İran karşıtıydı. Şimdi ise Hariri Tahran’da ricacı durumunda, Suriye Beyrut’ta yine nüfuzlu ve İslam’la arası iyi olan Türkiye bölgesel bir güç ve İran ve Suriye’nin Ortadoğu’ya ekonomik ve diplomatik bütünleşmesinde rol oynayan bir kuvvet. İran’ın bölgedeki siyasi hamleleri, ABD ve İsrail’in bölgede İran karşıtı, İran’ın komşularını Tel Aviv’le aynı safa yerleştirecek yeni bir eksen ümitlerine belki de onarılmaz bir darbe indirdi.

Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı