ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton bu haftanın başında, Birmanya'ya yönelik yaptırımların hiçbir işe yaramadığını ve bunun yerine diyalog kurulması gerektiğini söyledi. Başkan Barack Obama'ysa, İran'ın uranyum zenginleştirmek için gizli bir ek tesis kurduğunu açıkladığı geçen haftanın sonunda, yaptırımların zorunlu olduğunu ve İran'a dayatılanların da artırılması gerektiğini söyledi.
Uluslararası meselelerde İran'a yönelik çifte standardı ve güvensizliği bu tezattan başka pek az şey bu kadar iyi açıklayabilirdi. İran'ın son itirafı da, İsrail, bazı Arap komşuları ve Amerikan sağı tarafından harıl harıl beslenen karşılıklı suçlamaları kızıştırdı. Britanya Başbakanı Gordon Brown perşembe günü BM'de yaptığı konuşmada "Dünyanın bugün karşı karşıya bulunduğu en acil silahlanma sorunu İran'ın nükleer programı" derken,
dün de 'sınırları belirlemekten başka seçenek olmadığını' söyledi.
İran'la uğraşması bilhassa zor
Brown'un kendisini uluslararası olayların ön cephesine atmasının sebebinin seçmenleri etkilemek olmasını göz önünde bulundursak bile, durumun bu şekilde abartılması İran'ın 1 Ekim'de BM Güvenlik Kurulu üyeleri ve Almanya'yla başlayacağı görüşmelerin gidişatını iyileştirmek açısından pek az işe yarayacaktır.
Sorun şu ki, İran hem uğraşması bilhassa zor bir ülke (özellikle de radikal Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad'ın bir kez daha seçilmesinin ardından), hem de amaçları ve ödün vermeye ne kadar istekli olduğu son derece belirsiz.
İran'ın liderleri kararlı bir biçimde, nükleer teknoloji geliştirmekte ve uranyum zenginleştirmekteki niyetlerinin sadece barışçıl olduğunu söylüyor. İran, uranyumu yakıt elde etmek için zenginleştirmeye izin veren Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması'nın imzacısı. Aynı zamanda BM'nin Ulusalarası Atom Enerjisi Kurumu'ndan (UAEK) denetleyicileri de kabul etti, fakat onlara tam olarak özgür erişim sağlamadı.
Batı 'gizli' tesisten haberdardı
Liderliğini ABD'nin yaptığı ve İsrail'in kışkırttığı Batı, tüm bunların dalavere olduğundan ve İran'ın gizlice bir silah programı yürütmeyi planladığından şüpheleniyor. Batı, UAEK'nın İran'ın bazı gelişmeleri denetimden sakladığına dair verdiği kanıtlara işaret ediyor.
Tahran'ın gizli bir uranyum zenginleştirme tesisi olduğunu itiraf etmesi (bu durum aslında Batı istihbaratı tarafından önceden biliniyordu, fakat muhtemelen görüşmelerdeki baskıyı artırmak için şimdi açıklandı) rejim açısından utanç kaynağı, ancak hiçbir tarafın argümanını da kanıtlamıyor. Bush yönetiminin ve İsrail'in İran'ı açıkça tesislerini bombalamakla tehdit ettiğini göz önünde bulundurursak, Tahran'ın nükleer programını ikincil tesislerle desteklemeyi seçmiş olması şaşırtıcı değil. Ayrıca ülkenin liderlerinin, nükleer silahların İslam Cumhuriyeti'nin dini prensiplerini ihlal edeceğine dair verdikleri teminatı göz ardı etmek de kolay değil.
İsrail nasıl güvenliğini Arap komşularının yöneltebileceği tehditler üzerine kurduysa, İran'ın tavrı da komşuları ve Batı'dan gelen sürekli saldırılar tarafından şekillendi. İran, gerçekten nükleer silah üretmekten ziyade sadece nükleer silah teknolojisine hâkim olmayı istiyor da olabilir. Fakat bu silahları elde etmeyi arzulasa bile, bunların ne kadar tehdit oluşturucağı da hâlâ belirsiz. Zira, İran'ın düşük yoğunlukta zenginleştirilmiş uranyumu silah için gerekli seviyeye dönüştürme kapasitesini ne kadar hızlı geliştirebileceği konusunda bir bölünmüşlük söz konusu.
Tam ters etki yaratacaklar
Asıl endişe şu olmalı: ABD ve müttefikleri söylemi tam da şu an kızıştırarak, istediklerinin tam aksi yönünde bir sonuca yol açacaklar ve uranyum zenginleştirmeyi durdurmasına yönelik BM kararlarına uyması için baskı yapmak yerine, İran'ın nükleer programını sürdürme kararlılığını artıracaklar.
İran'ın, Ahmedinecad'ın yeniden seçilmesinin ne kadar meşru olduğu üzerine yaşanan tartışmaların hâkim olduğu ve büyük ölçüde donmuş durumdaki iç siyaseti de belirsizlikleri artırıyor. Ruhani lider Ayetullah Ali Hamaney şu ana dek çoğunlukla reformculara karşı radikallerin tarafını tuttu, fakat en tepedeki liderlik hâlâ bölünmüş halde.
Facia yaşayabiliriz
Nükleer mesele her zaman ruhani liderin doğrudan kontrolü altında bulunsa da, cumhurbaşkanının arkasındaki radikal güçler, özellikle de Devrim Muhafızları bu durumu ülke içinde baskıda bulunma bahanesi olarak kullanabilir. İranlılar ekim görüşmelerinin son dövüş olmasına izin vermeyecek kadar akıllı. Fakat tehditlere teslim olmayacak kadar da gururlular. Başbakan Binyamin Netanyahu'nun BM'ye seslenirken açıkça ortaya koyduğu gibi, İsrail bir hesaplaşma, hem de hızlı bir hesaplaşma istiyor. Obama, Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ve Brown da dün İsrail'e katılıyor gibi görünüyorlardı. Ortadoğu'nun iyiliği için ve aklı selim doğrultusunda, bu retoriği soğutacaklarını ve taraflar buluşmadan önce gözlerini açacaklarını umalım.
Söz konusu görüşmeler uzun ve açık uçlu bir sürecin başlangıcı olabilir. Fakat aynı zamanda, herkesin en büyük korkularının gerçekleşmesine yol açacak türden gerçek bir uluslararası facianın yaşanacağı sahne haline de gelebilir. (26 Eylül 2006)
Kaynak: Radikal