İran ve Basra Körfezi ülkeleri arasında meydana gelen gerilim ve kriz önlenebilirdi ancak bana göre biz İranlılar, dışişleri bakanlığımız, devlet yetkililerimiz bu gerilimin meydana gelmesinde hatasız değiliz.
Bizimle Arap ülkeleri arasında ilişkilerde ilk sorun bizim Araplara karşı yukarıdan aşağıya bakışımız.
Körfez ülkelerini Amerika, İngiltere ve Batının hizmetçisi, kölesi ve uşağı olarak nitelendiriyoruz ve sürekli olarak onlara küçümseyerek bakıyoruz.
Bu bakış açısı yalnızca devlete ve yetkililere ait değil, halkımızın çoğu da Araplara karşı hakaretamiz bakış açısına sahip. Mesela iki yıl önce Körfezin adıyla ilgili olarak bizimle Arap Emirlikleri arasında anlaşmazlık meydana geldiğinde Tahran'da binlerce kişinin Emirlikler Elçiliği karşısında gösteri düzenlemişler ve alay edercesine üzerinde 35 adet mum bulunan bir pastayı elçiliğe götürmüşlerdi. Bu şekilde 2500 yıllık tarihe sahip İran ülkesi 35 yıllık devletçiği küçümsemiş oluyordu. Aynı şekilde ne zaman Körfezin adı ya da buradaki üç ada meselesi meydana gelse Araplara hakaretler ediyoruz ve onların iddialarının hiçbir hukuki temelinin bulunmadığını ileri sürüyoruz. "Bunu size Amerikalılar telkin ediyor, İngilizler bu sözleri size öğretiyor" vs şeklinde konuşuyoruz. Oysa diplomaside hiçbir ülkenin küçük görülmesi ya da hakarete maruz bırakılması kabul edilemez. 2500 yıllık olduğunu iddia eden bir devlete diğer bir devleti küçük görmek ya da ona kul, köle, hizmetkar şeklinde hitap etmek yakışmaz.
Üç ada meselesi ne olursa olsun İslam devrimiyle ilgili bir mesele değildir. Bu konu İngilizlerin Körfezden çekildiği altmışlı yılların sonu ve yetmişli yılların başında gündeme geldi ve İran ve Araplar arasında sorun yarattı. Demek istediğim bu konunun arkasında İslam Cumhuriyetine kurulmak istenen bir komplonun yer almadığı. Şah zamanında da bu ihtilaflar mevcuttu.
Netice itibariyle Arapların da kendi açılarından bazı iddiaları var. Bu iddialar her ne kadar ahmakça, gerçek dışı ya da tarihe aykırı olsa da buna karşı hakaret ve sövgü dili kullanmamalıyız. Ne yazık ki bu hastalık yalnızca yetkililere has bir durum da değil. Birçok üniversite hocası, adının önünde doktor, mühendis, profesör vs gibi unvanlar bulunan birçok kimse de ne yazık ki diplomatik ve bilimsel dilden çok uzak şekilde beyanlarda bulunabiliyorlar.
Konu yalnızca Arap Emirlikleri ile sınırlı değil. Mesela Irak Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari Muhammed Rıza Şah ile Saddam Hüseyin arasında imzalanan 1974 anlaşmasına ilişkin bir açıklama yaptığında İranlıların çok şiddetli tepkisiyle karşılaştı, anında kendisiyle ilgili çok sayıda küçümseyici yaklaşım ortaya çıktı ve bu anlaşmayla ilgili konuşmaya hakkının olmadığı ileri sürüldü.
Oysa Zebari'nin dediği hem Şah rejiminin hem de Saddam rejiminin meşruiyetinin sorgulandığı ve İran'da da Irak'ta da meşru hükümetlerin işbaşında olduğu şu anda bu konuların yeniden gündeme gelebileceği ve tartışılabileceğiydi. Biz ise Araplara saygı göstereceğimize ve anlaşmazlıkları çözmeye çalışacağımıza onları aşağılayarak meseleye yaklaşmayı tercih ediyoruz.
Diğer taraftan Araplar şunu da söyleyebilirler: İran İslam Cumhuriyeti eğer sen gerçekten Bahreyn halkının mücadelesini destekliyorsan ve onlar için endişeleniyorsan neden Suriye halkının mücadelesini desteklemiyorsun? Eğer senin sorunun halkların zor kullanarak bastırılması ise senin müttefikin, dostun ve ortağın olan Suriye'de bugüne kadar öldürülen insan sayısı Bahreyn'de öldürülenlerden kat be kat daha fazla. Neden İran İslam Cumhuriyetinin radyo televizyonu, yetkilileri, resmi ve gayri resmi medyası Suriye halkının şehitlerinden bahsetmiyorlar? Suriye devlet güçlerinin Lazkiye'de, Şam'da döktükleri şehit kanları değersiz mi? Değerli olan yalnızca Şii Bahreynlilerin kanı mı? Yalnızca Şii Bahreynliler için mi Kum medreseleri, kapalıçarşı ya da üniversite tatil olmalı? İran neden öldürülen Suriyeliler için hiçbir şey yapmıyor?
Bunlar cevap vermemiz gereken sorular. Yalnızca Al-i Halife ya da Al-i Suud hain ve işbirlikçidir dememiz hiçbir sorunu çözmüyor. Ne yazık ki davranışlarımız o kadar şiddetli ve Arap komşularımıza karşı o kadar yanlış ki kendimiz için Körfezde hiçbir itibar bırakmadık. Eğer Bahreyn'in kapı komşusu olan İran bölgede Türkiye'nin binde biri itibar sahibi olsaydı, eğer Bahreynli Şiiler Şii olmak yerine Türk olsalardı Türkiye'nin itibarı ve hatırı uğruna bu öldürmeler meydana gelmezdi. Ancak ne yazık ki bizim davranış ve tutumlarımız İİC'nin seviyesini o denli düşürdü ki isteyen herkes İran'a istediği gibi davranabiliyor. Şiilere karşı da istedikleri gibi davranabiliyorlar. İran pasaportuyla Arap ülkelerine giden kimselere karşı her türlü saygısızlık ve kabalık yapılabiliyor.
İran halkı Saddam'ın yıkılışından sonra Irak ve kutsal beldelerde bu kadar yatırımlar gerçekleştirdiler. Yine de bakın bakalım Iraklılar İranlılara karşı nasıl davranıyorlar. Ya da Hac esnasında Suudlular İranlı hacılara nasıl davranıyorlar. Bunlar hep bizim şiddet içeren, radikal, kaba tavırlarımızın sonuçlarında meydana geldi ve bize saygı göstermeleri için hiçbir şey yapmadık.
Biz çocuklarını sürekli döven bir baba gibi davrandık. Bu yüzden çocuklar bu babaya karşı hiçbir saygı duymuyorlar. Yalnızca tehdit ve şiddet dilini kullanan baba gibiyiz. Araplara karşı yalnızca bu dili kullandık ve sonra da habire "İran'dan korkmayın" dedik. Oysa davranış ve söylemlerimizle Araplarda yalnızca korku yarattık.
Ben şimdiye dek sürekli olarak Körfezde gerçekleştirdiğimiz tatbikatların hikmetini bir türlü anlayabilmiş değilim. Kimi korkutmaya çalışıyoruz? Amerika mı korkuyor bu yaptığımız tatbikatlardan yoksa Kuveyt mi? Katarlıları, Bahreynlileri, Dubailileri korkutuyoruz. Eğer durum böyleyse neden Körfezde bu kadar çok tatbikat yapma hususunda ısrarcıyız? Araplarla olan sorunlarımızı askeri tatbikatlar düzenlemeden de çözemez miyiz?
Tüm bunlar bizimle Araplar arasındaki güvensizlik, düşmanlık, anlaşmazlık ve nefretin artmasına neden oluyor. Bu yüzden Suudiler İranlılara umre için vize vermiyorlar. Emirlikler bu ülkede yaşayan ya da turist olarak bulunan İranlılara bu kadar kötü davranıyorlar. Arap dünyası karşısındaki konumumuz düzenli olarak kötüden daha kötüye doğru hareket etmekte.
Dünya Bülteni için İran Diplomasi sitesinden çeviren: Uygar Altan
Makalenin orijinal adı: Tahkir-i Teneşaferin