TAHRAN
Türkiye ve İran’ın birçok bakımdan birbirleri için öneminin son on yılda daha da arttığı malum...
İran, Türk ekonomisinin Asya’ya açılan kapısı ve ağırlığı artan bir dış ticaret ortağı; Türkiye de İran’ı batıya ulaştıran köprü ve önemli bir enerji pazarı...
Diğer taraftan İran, ABD liderliğindeki Batı ittifakının ekonomik, siyasi ve askeri çevrelemesi altında... Bu çevrelemedeki zayıf halka ise Türkiye... Özellikle son iki yıldır mensubu olduğu “Batı ittifakı”yla arasına mesafe koyarak bölgede yeni bir dış politika izlemeye başladı. Batı’dan uzaklaşması nispetinde Türkiye ile işbirliğinin değeri İran’ın gözünde artıyor.
Buna mukabil, 2011 ve sonrası, İran merkezli nükleer krizde iki kötü sürprize hiç olmadığı kadar açık bir döneme işaret ediyor ve Türkiye’nin de bu gelişmelerden son derece olumsuz etkileneceği aşikâr.
Bu kötü sürprizlerden biri, İsrail’in günün birinde İran’a saldırmasıdır. “İsrail böyle bir maceraya kalkışamaz” demek mümkün değildir; çünkü İsrail, bu krizin denkleminde “davranışlarının öngörülmesi mümkün olmayan” tek aktördür.
İkinci kötü sürpriz, İran’ın nükleer silah üretme eşiğine gelmesidir ki buna aslında sürpriz demek de doğru olmaz.
Belirsizliklerin arttığı işte bu ortamda, yeni dış politikası sayesinde Türkiye’nin İran nezdinde büyüyen değerini Tahran’da ölçme imkânını buldum.
Türk Asya Stratejik Araştırmalar Merkezi (TASAM) ve İran Dışişleri Bakanlığı’na bağlı Uluslararası Araştırmalar ve Politika Enstitüsü’nün (IPIS) geçen pazartesi Tahran’da birlikte düzenledikleri “Türkiye-İran Yuvarlak Masa Toplantıları”na katılmak amacıyla gittiğim İran başkentinde bu ülkenin üst düzeydeki diplomatlarını dinledim. Geçen salı da yine İran Dışişleri Bakanlığı’na bağlı “Uluslararası İlişkiler Okulu”nda İranlı akademisyenlerle görüştük.
Bütün bu görüşmelerin neticesinde, İran’ın Türkiye’den beklentilerinin ne olduğuna dair bulunabileceğim birinci çıkarsama şu: ABD’nin Ortadoğu denkleminden dışlanmasında işbirliği yapmak...
Bunu, “bölge dışı ve hegemonyacı aktörlerin bölgesel sorunlara sunulan çözüm perspektiflerinden dışlanması” diye ifade ediyorlar. Bu doğrultuda İranlı diplomatlar, “ülkelerinin ABD baskısını dengeleyecek bölgesel müttefik arayışı içinde olduğunu” söylediler.
Belli ki İran’ın gözünde Türkiye’yle işbirliğinin değeri, AKP hükümetinin Ortadoğu’daki Amerikan nüfuzunun azalmasına vesile olacak söylem ve eylemleri nispetinde artacak.
Dolayısıyla Türkiye’nin ABD ile ittifak ilişkileri ve bölgede ABD ile ortaklık yapması, bir bakıma İran ile işbirliğinin antitezi oluyor...
İran, başta ABD olmak üzere bölge dışı aktörlerin Ortadoğu’daki etkinliğini kırmak için Türkiye ile kurmayı düşündüğü işbirliği zeminine ileride Mısır’ı da katmak istiyor. Tabii ki Mübarek’in sahneden çekilmesinden sonra... Devlet geleneği olan başlıca üç bölgesel aktörü bu zeminde bir araya getirmeyi öngören bir vizyonları var.
Dikkatimi çeken diğer bir husus, İranlıların, Türkiye ile İran arasındaki ilişkilerin “tamamlayıcı” nitelikte olmasını arzu etmeleriydi. Tamamlayıcılık, yani aktörlerin işbirliğinde birbirlerine yekdiğerinde olmayanı sunmaları...
“İlişkilerimiz tamamlayıcı olsun ama entegrasyonu hedeflemesin” dediler.
Dolayısıyla bir başka çıkarsama, İran rejiminin Türkiye ile artan ilişkiler ülkenin bundan etkilenerek değişmesinden çekindiği yönünde.
Gecikmiş bir teşekkür
Bu yazı münasebetiyle TASAM tarafından 2010’da beşincisi verilen “Stratejik Vizyon Ödülleri” çerçevesinde “Stratejik Vizyon Sahibi Gazeteci-Yazar” ödülüne layık görüldüğümü okurlarla paylaşmak ve TASAM’a teşekkür etmek istiyorum. 16 Aralık’ta yapılan törende, bu ödülün “farklı perspektiflerin kısıtlanmamış bir ortamda özgürce tartışılmasına stratejik bir değer atfeden TASAM’ın vizyonunu simgelediğini” söyledim.
Kaynak: Milliyet