Irak'ta 'sıra' Hıristiyanlara geldi

 Irak'ta Kürtler, Sünniler ve Şiilerden sonra tehcir sırası korkutucu biçimde Hıristiyanlara geldi. Birbirlerini tetikleyerek var olan köktencilik ve Batı'daki İslamofobi yok edilmedikçe, dinler arası barışçıl yaşamın ve İslam ile Hıristiyanlık arasında iyi ilişkilerin tesis edilmesi zor

Eski Irak devlet başkanı Saddam Hüseyin döneminde Kürtler, kendilerine dayatılan zorunlu tehcir zulmünü ve tehcire direnmeleri nedeniyle verilen cezaların vahşetini gördü. ABD Irak'ı işgal ettiğinde Sünni Müslümanlar, önceki dönemde Şii kardeşlerine karşı gerçekleştirdikleri katliamların intikamının alınmasıyla tehcir ve kimlik nedeniyle öldürülme zulmünü yaşadılar. Irak Kaide'nin pençesine düştüğünde, Şiiler Bağdat ve çevresinde yaşadıkları birçok semtten tehcir edilmelerine yol açan geniş kapsamlı terörist eylemlere maruz kaldı. Görünen o ki, tehcir trajedisi dizisinde sıra Hıristiyanlara geldi. Iraklı Hıristiyanların Sünni, Şii ve Kürt vatandaşlar gibi kanlı katliamlara maruz kaldıkları doğru; ancak bugün karşılaştıkları durum, Irak'ın kuzeyi ve ortasındaki varlıklarının yok olmasına yol açabileceği için daha kötü ve tehlikeli. Bu durum sadece Irak ve hatta Arap dünyasında değil, Avrupa ve Amerika'da da İslam-Hıristiyanlık ilişkilerinde olumsuz etkiler yaratabilir.

Göçe teşvik sorunu çözmez
Mayıs 2007'de Paris'te özel bir buluşma gerçekleştirilmişti. Buluşmaya yedi doğu patriki katıldı ve aralarında eski Fransa cumhurbaşkanı Jacques Chirac'ın da bulunduğu bir grup siyasetçiye doğu Hıristiyanlarının karşılaştığı sorunları anlattılar. Buluşmanın tutanaklarına sahip değiliz, ancak bazı Arap siyasiler ve İslam dininin mercileri Arap ve doğulu Hıristiyanların karşılaştığı sıkıntılara ve zorluklara önem verseydi, Paris buluşmasına gerek kalmazdı.
Bununla birlikte, bu buluşmanın bir başka yüzü üzerinde durmak gerek:
Doğulu Hıristiyanları koruma gerekçesi altında dış müdahale yapılması tehlikesine yönelik endişelerin ve Batılı toplumlarda İslamofobi olgusunun yükselmesinin ışığında, bu konuyla 'doğu meselesi' olarak nasıl ilişki kurulabilir?
Fransız dergisi La Croix'nın yazı işleri müdürü Dominique Quinio bir makalesinde şöyle diyor: "Kilise Ortadoğu'daki Hıristiyanların karşılaştığı zorlukları hafife alıyordu. Bu tutumunu, Filistinlilerle dayanışmaya ve sessiz kalmanın Hıristiyanları koruyacağı düşüncesine dayandırıyordu. Şu an İslamcı aşırılıkçılık ve Hamas'ın yükselmesiyle birlikte Vatikan daha sert bir tavır aldı. Vatikan Irak'ı ve başka bölgeleri terk etmek isteyen Hıristiyan mültecilerin sorunlarını çözmek ve vize işlemlerini kolaylaştırmak için diplomatik cephede Batılı ülkelere baskı yapmaya başladı." Bu sözlerin dini veya siyasi bir merciye değil de bir gazeteciye ait olmasına rağmen, şu soruyu sormak gerek: Göçe teşvik etmek ve kucak açmak Hıristiyan varlığıyla ilgili sorununu çözer mi, yoksa asıl çözüm direnmeyi teşvik etmek, Hıristiyanlığın çıktığı ve dünyanın dört bir yanına yayıldığı Doğulu topraklarda kök salmak mıdır?
İslam-Hıristiyanlık ilişkilerinde bir gerileme söz konusu. Hıristiyanların Arap ülkelerinden giderek artan bir oranla göç etmesi ve aşırılıkçı köktenciliğin dozunun yükselmesi bunun kanıtı. Irak'taki mezhep temelli kanlı katliamlar ve İslam toplumlarına sızmaya başlayan duyguları durumu daha da kötüleştirdi. Hatta bu duygular bu toplumların bütünlüğü ve istikrarı üzerinde tehlike oluşturur oldu. Bu tehlike Hıristiyanların varlığını ve rolünü de vurdu. Irak'ta Hıristiyanları kiliselerinde hedef alan trajedi bunun kanıtı.
Dini aşırılığın dozunun artmasının ve dinin siyaset üzerinden işleve konulmasının dünyadaki birçok toplumda olumsuz göstergeleri var; bununla birlikte bu durumun Arap toplumundaki işaretleri endişe oluşturmakta. Şu üç olumsuz olgu arasında doğrudan bir ilişki söz konusu: Köktencilik, Hıristiyan göçü ve İslamofobi.
Köktencilik Hıristiyanların doğudan göç etmesinin sebeplerinden biri.
Vatandaşlık temellerindeki dengesizlikle birlikte aşırılık, hakkı ve gerçeği tekeline alma anlamıyla köktencilik, göçe yol açarak siyasi ve ekonomik sorunlara temel bir etken ekliyor.
Göçse, Batı'daki İslamofobi'nin sebeplerinden biri. Zira göç, Batı'ya İslam'la birlikte yaşamanın mümkün olmadığına, İslam'ın ötekini reddettiğine dair bir mesaj taşıyor. Bu nedenle Batı'nın tepkisi, 'İslam ötekini reddediyorsa bizi nasıl kabul eder ve biz niçin onu kabul ediyoruz' gibi bir mantığa dayanıyor.
Hıristiyanların Doğu'dan göç etmesinin verdiği zarar vatansever toplumların dokusunu parçalamakla ve büyük kültürel, bilimsel ve ekonomik yeteneklerin yok olmasıyla sınırlı kalmaz, aynı zamanda İslam'ın Batı'daki varlığına zarar verir, Batı toplumlarında İslam-Hıristiyanlık ilişkilerine olumsuz yansır. Bu durum İslam'ın reddedilmesini ve Müslümanlara karşı ayırımcılık duygularını güçlendirir.

İslamofobi Hıristiyan'ı vuruyor
İslam'dan nefret etme anlamına gelen İslamofobi, İslam ülkelerinde tepkileri ateşliyor, bu tepkilerin kurbanları da doğulu Hıristiyanlar oluyor. Buradaki hata, Batı'yla Hıristiyanlığın arasındaki farkı görmemekten kaynaklanıyor. Sonuç olarak da tepkiler köktenciliği sadece Doğu'da değil, aynı zamanda Batı'da da artırıyor. Bu durum Doğu ve Batı'da İslam-Hıristiyanlık ilişkilerine yene darbeler vurmakta.
Dolayısıyla bu üç olgudan sadece birinin çözümü mümkün değil; bu olguların her biri diğerinin sebebi ve tamamlayıcısıdır. Hıristiyan göçü aşırılıkçı köktencilik gerilemeden durmaz. Köktencilik de göçün tek sebebi değil; köktenciliğin azalması İslamofobi'nin gerilemesiyle bağlantılı. Hıristiyan göçüyse İslamofobi'nin doğrudan ve tek sebebi değildir.

Din-siyaset ilişkisi tehlikeli
Hıristiyanlar, Arap Müslümanlar ve doğulular, İslam-Hıristiyanlık ilişkilerinin güçlendirilmesi noktsanda benzersiz bir sorumluluğa sahip. Hıristiyanlar, Müslümanlarla birlikte yaşamaya yetkin, fakat kendi toplumlarındaki şartlar barışçıl ve yapıcı olmadığı takdirde bunu yapamazlar. Müslümanlar da bu rolü yerine getirme noktasında
Hıristiyan vatandaşlara destek olmaya yetkin. Fakat onlar da kendi toplumlarındaki şartlar barışçıl ve yapıcı olmazsa bunu gerçekleştiremezler. Aşırılık frenlenmeden, ötekini reddeden bir kültürün kökü kurutulmadan, haklarda ve görevlerde tam vatandaşlığı sağlayacak biçimde özel ve genel özgürlüklere saygı kültürü güçlenmeden bu olmaz.
İnsanlar arasındaki çekişmeler çıkarlar etrafında yaşanıyorsa karşılıklı ödünlerle çözülebilir. Fakat inanç üzerine bir çekişme söz konusuysa, çözüm iman ilkeleri aleyhinde olur. Bu da, hiç kimsenin karar veremeyeceği ve yine hiç kimsenin sonuçlarını taşımaya cesaret edemeyeceği bir durumdur. Dinin siyasette, siyasetin de dinde işleve konulmasının tehlikesi bu noktadan kaynaklanıyor.

 

Kaynak: Radikal