Salı sabahı çeşitli gazetelerden, Irak lideri Celal Talabani'nin geçirdiği beyin kanamasından sonra felç olduğunu ve komaya girdiğini öğrendik. Her ne kadar Sayın Talabani'nin sağlık durumunun kötüye gitmesine üzülsek de bu süreçte Irak'ın iç sorunlarını, siyasi grupların kendi aralarındaki çekişmelerini özellikle de Mesud Barzani ve Sayın Maliki arasındaki krizi göz ardı edemeyiz.
Evet, bazılarının "emniyet valfı" olarak isimlendirdiği Sayın Talabani, gerek siyasi tecrübesi, kendine özgü tarzıyla oluşturduğu ve herkese kabul ettirdiği diplomasisiyle, gerekse zekâsı ve sabrıyla siyasi sorunların çözümünde iyi bir aracı olması ve büyük kalbiyle tüm ihtilafları çevreleyip sarmasıyla iyi bir devlet adamı olduğunu kanıtladı. Ancak, bugünden sonra olanlar, Sayın Talabani'nin devlet başkanı olarak görevine devam edemeyeceğini ve Iraklıların yeni liderlerini seçmek için başlarını ellerinin arasına alıp düşünmeleri gerektiğine işaret ediyor. Zihinleri meşgul eden soru ise; Talabani'nin yerini dolduracak olan yeni liderin kim olacağı...
Tabiî ki Irak'ın yeni liderinin kim olacağı konusunda doğrudan bir tahminde bulunmak güç. Bunun için belirli bir isim yok. Ama en azından yeni başkanın taşıması gereken bazı özellikler ortaya konulursa, bu özelliklere uyan birisinin ismini de ortaya çıkarmak mümkün olacaktır.
Aslında cumhurbaşkanının sıfatları anayasa maddesinde belirtilse de veya gerek hukuki gerekse bürokratik bağlamda şartlar konulsa da Irak lideri öncelikle iç ve dış taraflarca benimsenilen biri olmalı. Aynı şekilde yeni lider, Amerika'dan Rusya'ya İran'dan Türkiye'ye ve Suudi Arabistan ile Katar'a kadar her kesimden kabul görmelidir. Bununla birlikte Şiiler, Sünniler, Araplar ve Türkmenler de yeni liderin seçiminde ortak hareket etmelidirler. Çünkü bu kimlikler arasındaki en ufak bir anlaşmazlık bile denklemi bozmaya yetecektir. İşte o zaman da Irak'ın yeni lideri sadece kendisinin lideri olarak kalır. Etnik kimliklerin oluşturduğu bu denklem, atom bombasının denkleminden daha zor. Düşünün bir kere, Sayın Talabani'nin tutmaya çalıştığı ipler, sağlığının bozulmasına yol açtı.
Ancak bana göre, eğer ülkedeki gruplar tek bir isim üzerinde anlaşabilirlerse, uluslar arası aktörlerin de ortak paydada buluşması kolaylaşır. Irak'taki sorunlar ise köklerinde gizleniyor, dalları duvarlarını sarıyor, dış güçlerin ellerinde tutukları ipleri ise gerilip kopma noktasına geliyor. İşte bu yüzden, bu lider Sünni, Şii, Arap, Türkmen ve tüm azınlıkları bir araya getirmek zorunda. Diğer taraftan, aday olan başkan öncekilerin sağladığı uyumlu faktörlerden daha fazla önem taşıyan bazı faktörleri de yerine getirme becerisine sahip olmalıdır. Öyle ki bu faktörler, gelecekteki liderin başarılı olmasının altında yatan sırlardan biri olacaktır. Peki, neler bu faktörler?
Öncelikle bilmemiz gereken şey, Irak sahnesindeki farklı siyasi bloklar arasında anlaşma sağlayacak unsurların ne olduğu. Kürt tarafı için açık ve net olan iki siyasi söylem var. İlki, merkezden uzak geniş bir özerk yapıya sahip olarak Irak Federal Cumhuriyeti içinde kalarak çıkarlarını korumak ki bu Talabani'nin de öngördüğü şeydi. İkincisi ise, Kürtlerin şimdilik Irak devleti sınırları içinde kalması ama daha özel bir yapıyla daha doğrusu yarı konfederal bir yapıyla merkezden uzak kalarak en azından askeri açıdan merkezden bir müdahale görmemeleri. Çünkü bu şekilde, gelecekte Irak'ın şu andaki anayasasında geçen 140. maddesinde geçen sorunlu bölgelerin çözümüyle tam bağımsızlık elde etmek ve Irak'tan ayrılma için bir adım olacak. Bu söylemi ortaya çıkaranın da Mesut Barzani olduğunu gizlemeye gerek yok.
Öte yandan, ülkeyi yönetme yolunda kullanılabilecek demokrasi çeşitleriyle de ilgili yine iki açık ve net siyasi öngörü var. İlk söylemde ülkeyi idare etmede uzlaşmacı demokrasi yöntemlerinin kullanılması çağrısı var. Bu yöntem Irak işgalinden sonra ortaya çıkarak azınlıkların hakları konusunda gelişme göstermiş ve ülkede yoğunluk gösteren kimliklere- özellikle de bu kimlikler siyasi olmayıp etnik, mezhebi veya ikisini birden taşıyorsa- karşı koruyucu duvar oluşturmuştur. Bu azınlıklar ülkeyi ilgilendiren konularda veto hakkına sahip olmuşlardır. Irak siyaseti bu temel üzerine kurulmuşken çoğu zaman siyasi tarafların birçok sebebe dayanarak anlaşamaması yüzünden temel yıkılmıştır. Bu sebeplerin arasında mezhepler arasındaki gerginlikler, hükümete konulan kota sistemi, uzun yıllar boyunca zorba rejimlerin idaresi yüzünden Irak'ta siyasi aktivite alanlarının boşaltılması ve kaybolan siyasi olgunluk, son olarak da bölgeye dış müdahalenin yapılması gibi etkenler önemli rol oynamaktadır. Parlamento dışından gelen siyasi çözümlerle oluşan demokrasi anlayışıyla ise devleti zayıf bir yapıya sokulmuş, parti liderlerini ise bu siyasi sürecin egemenliği altına girmişlerdir.
İkinci söylem ise Amerikalıların Iraktan çekilmesinden sonra sayın maliki tarafından politik eylemlerin uzlaşmacı demokrasi formunda karşılaştığı engelleri aşmak için bir çözüm önerisi olarak, uzlaşmacı demokrasi yerine çoğulcu demokrasi fikrini ortaya atıldı. Böylelikle anayasa değişerek başkanlık sistemini parlamenter sistemle değiştirilebileceği fikrinin de önü açılmış oluyordu. Malikinin sunduğu bu fikir birçok yönden olumlu. Ancak bu hiç sorun olmayacağını kanıtlar mı? Elbette ki hayır. Bir kere çoğulcu demokrasinin demokratik kurumları olmalı. Bu kurumlar azınlığın haklarını koruyacak ve çoğunluğun gücünü denetleyecek sağlam ve köklü olmalı. Ayrıca, hiçbir etnik ve mezhebi kimliğe dayanmayan bağımsız ve profesyonel bir ordunun varlığı şart. Bunun dışında ademi merkeziyetçi yapıyı oluşturan taraflara egemenlik, merkezden çekinilecek şekliyle dağıtılmalıdır. Son olarak ise, siyasi çoğulculuk hiçbir etnik veya mezhebi kimliğe dayanmayacak şekilde kurulmalıdır. Aksi takdirde azınlıklara yönelik demokratik uygulamaların ruhu ölemeye mahkûm olacaktır.
Yani, elimizde dört farklı siyasi öngörü var ve Irak'ın gelecekteki liderinin bu farklı söylemleri federal Irak cumhuriyeti sınırları içinde bir araya getirme başarısına sahip olmalıdır. Sayın Talabani bunu yapmayı başarmıştı. Kürt liderlerin ise Irak'tan ayrılma gibi bir eğilimi olmamalıdır. Aksi takdirde bu durum bölgedeki Şiilerin Arapların ve Türkmenlerin tarafında politikalarını sertleştirmelerine neden olacaktır ve bunun arkasında da hiç şüphesiz İran, Türkiye ve –her ne kadar istekli olmasa da- ABD duracaktır. Diğer taraftan da, gelecek olan yeni lider taraflar arasında oluşacak zorlukların üstesinden gelebilmek için uzlaşma olabileceği fikrine inanabilmelidir.
Bir takım dezavantajlarına rağmen uzlaşmacı demokrasi fikri çoğulcu demokrasiden çok daha uygun gözüküyor. En azından ademi merkeziyetçi olan bir devlette merkezin salahiyetlerini kısıtlamadan tüm taraflara dengeli otoritenin dağıtılması ve siyasi eylemlerinde mezhebi köklerin olmadığı bir anlayış var.
Sayın Talabaniye acil şifalar dileğimizle.
Kaynak: Elaph
Dünya Bülteni için çeviren: Tuba Yıldız