Irak ve Şam İslam devleti

Irak ve Şam'da bir İslam devletinden söz etmek güzel bir hayal... Ancak, hayal ile gerçekler arasında çok büyük bir uçurum var ve bu uçurumu görmeden siyaset yapanlar büyük bir hataya düşerler.

Öldürülmeden kısa bir süre önce Pakistan'ın Abbottabad eyaletinden bir mesaj gönderen Usame bin Ladin, şunları söylüyordu: "Tam anlamıyla başarıyı elde etmeden önce bir devlet oluşturma konusu her ne kadar iyi bir yansıma olarak gözükse de, aslında bu direnişin kırılması anlamına gelmektedir."

Aynı şekilde El Kaide'nin iki numaralı adamı olan Adem Yahya Gadahn'ın yayınladığı mesajda da Irak İslam Devleti örgütünün El Kaide'nin üst düzey yetkililerine danışmadan böyle bir açıklama yaptıkları, bunun ise hareketin içinde bölünmeye yol açabileceği ifadeleri geçiyordu.

Suriye'de Nusra Cephesi kendisini halkla bütünleştirmeye çalışırken, liderleri de uluslararası basına yaptıkları açıklamalarda aslında Irak İslam Devleti örgütünün işgal zamanında yaptığı direniş hatalarından kaçınmaya çalıştıklarını anlatıyorlardı. Ebu Bekir El Bağdadi'nin, Nusra Cephesi'nin Irak El Kaidesi'nin bir uzantısı olduğunu açıklaması, iki örgütün birleşip isimlerini "Irak ve Şam İslam Devleti" şeklinde değiştireceklerini ifade etmesi ise herkes için büyük bir sürpriz oldu.

Aslında El Kaide'nin bir kolu olarak bilinen Irak İslam Devleti örgütü orijinalliğini kaybetmiş bir harekettir. Bölgenin en güçlü silahlı örgütü olan Irak İslam devleti örgütü arada sırada yaptığı başarısız bombalı eylemler dışında bir faaliyet sergilememektedir. Örgütün son açıklaması ise gerek Irak'taki gerekse Suriye'deki siyasi durumu gözlemleme açısından önem arz ediyor.

Bilindiği üzere Irak El Kaidesi Amerikan işgaline karşı büyük bir direniş sergilemişti. Ebu Musab Zerkavi liderliğindeki "Tevhid ve Cihad Örgütü" El Kaide'ye katılmış, daha sonra ismini Irak İslam devleti olarak değiştirmiş ve Amerikan işgalcilerine karşı aktif rol oynamıştı. Sonrasında ise bu örgütün kanlı eylemleri gün yüzüne çıkmaya başladı. Siyasi güçleri, diğer direniş örgütlerini, Irak'taki aşiretleri hedef alan eylemlerin yanında hedefte Şii siviller de bulunmaktadır. İşte bu nedenle örgüt halktan kopmaya başlamış, toplumun nezdindeki itibarını kaybetmiştir. Sünni Araplar dahi işgal sürecinde ve sonrasında bir takım siyasi oluşumlara ( Irakiye bloku gibi) katılmak suretiyle karşı karşıya kaldıkları zor durumdan çıkmak için arayış içine girmişlerdir. Tabi ki burada tüm sorumluluğu örgütün genç üyelerine yüklemek haksızlık olacaktır. Örgütün siyasi arenadaki sözcüleri de bu kaderi hazırlayanların başında gelmektedir. Buna ek olarak, hareketin güç kaybetmesinde de yine kaybolan iç disiplin ve işgal sonrasında ortaya çıkan işbirlikçilerinin hatalarını da göz önünde bulundurmak gerekmektedir.

Irak'ta başta El Kaide olmak üzere direniş gösteren tüm hareketler, şu ana kadar elde ettiklerinin daha fazlasını kazanabilirlerdi. Siyasi güçlerin de desteğiyle işgalden sonra bölge üzerinde büyük pay sahibi olabilirlerdi ama durum böyle olmadı. Pastadan en büyük payı alan, -beklentilerin aksine- İran oldu. Irak, gerek dışardan gerekse içeriden beslediği tabanı sayesinde İran'ın ellerinde bir rehin olarak kaldı.

Suriye'de durum Irak'takinden çok daha farklı. Irak İslam Devleti veya diğer örgütlerin aksine Suriye'de devrimi veya çatışmaları başlatan Nusra Cephesi değildi. Aslında hiçbir hareket Suriye'de silahlı çatışmanın sahibi olmamıştır. Çünkü Mısır, Libya ve Tunus'ta olduğu gibi Suriye'de de devrim barışçıl amaçlarla başlamış ve ilk altı ay hiçbir muhalif gruptan tek bir kurşun bile atılmamıştır. Bu durumda Irak'takinin aksine Suriye'deki devrimin öncüleri zaferden sonra pastadan pay almaya çalışanlar değil, özgürlük ve adalet isteyenler olmuştur. Bu nedenle Suriye'deki örgütler, hedeflerini gerçekleştirmek için kendilerinden daha güçlü olan kuruluşların şemsiyesi altına sığınma ihtiyacı hissetmemişlerdir. Çünkü bir mücahidi, bir hareketi veya bir örgütü Allah yolunda savaştığı için sevmek, onun sistemini birebir kabullenmek için yeterli olmamaktadır. Bu durumda, hiç kimse ya da hiçbir örgüt, devrimin kıvılcımını tutuşturmadığı müddetçe devrimi sahiplenemez, onun üzerinde bir hegemonya kuramaz. Çünkü devrimi başlatan halktır, yakıtı da şehid olan, göç eden, işkence gören, tutuklanan insanlardır. Tabii ki bunların hiç birisinde rejimle mücadele eden Nusra cephesinin katkısı olmadığını söyleyemeyiz. Sistemli operasyonları sayesinde Nusra cephesi tabanda güçlü bir varlık elde etmiş, bu itibar sayesinde terör listesine alınması yüksek seslerin çıkmasına neden olmuş ve siyasi güçler tarafından "terörist örgüt" etiketi reddedilmiştir.

İşte tam bu noktada Suriye devriminin taraftarlarının çoğu, El Bağdadi'nin Irak ve Şam İslam devleti açıklamaları karşısında dehşete düşmüştür. Ebu Muhammed El Colani'nin bu davete olan reaksiyonu ise bir taraftan olumlu karşılanırken, öbür taraftan yaptığı diğer bir açıklama problem teşkil etmiştir. Nusra Cephesi'nin Irak ve Şam İslam devleti fikrine katılmadığını açıklaması sevindirici bir gelişme ama aynı açıklamada Eymen Zevahiri'ye biat edildiğinin duyurulması birçok çevrede endişe uyandırdı. Daha önce de Colani ile Zevahiri arasında dolaylı yoldan siyasi ilişkilerin olduğu biliniyordu ama bu sözlerle biat tam anlamıyla teyid edilmiş oluyordu.

Bağdadi'nin açıklamaları ile Colani'nin Eymen Zevahiri'ye biat ettiklerini duyuran açıklamalar birçok boyutta ele alınabilir: Öncelikle, Bağdadi'nin açıklamaları sadece Nusra Cephesini değil, bölgede savaşan tüm savaşçı birliklerini ilgilendiriyor. Bu noktada Bağdadi büyük bir zamanlama hatasına düşmüş oluyor. Şu an devrim mücahitlerinin daha fazla koordineye ve özveriye ihtiyaçları var. Yani parça parça hareket edip başkalarının gölgeleri altına girmeleri mümkün değil. Çünkü çatışmalar Şam'a sıçramış durumda ve burada köylerde veya kasabalarda olduğu gibi grup grup mücadele etmek mümkün gözükmüyor. Kaldı ki buradan sonra da artık hiçbir grubun tek başına hareket etmesi de mantıklı değil.

İkinci boyut ise devrimin tarafında olan ülkelerle alakalı. Bağdadi'nin açıklamalarının ve Colani'nin biatının muhalifleri destekleyen ülkeleri de ilgilendirdiği göz ardı edilemez ki bu ülkelerin başında Türkiye, Suudi Arabistan ve son zamanlarda bölge siyasetine girmeye çalışan ve arabululuculuk girişimlerine katılan Katar geliyor.

Üçüncü boyut ise rejimin düşmesinden sonra ortaya çıkacak olan gelişmelere bağlı. Eğer rejimle mücadele sekteye uğrarsa veya daha fazla gecikirse Irak'taki senaryonun gerçekleşebileceğini söylemek zor olmaz. Çünkü o zaman Nusra Cephesi bir taraftan siyasi güçlerle çatışmaya başlar, diğer taraftan da diğer direniş örgütlerini karşısına alır. Bunun sonucunda da Suriye halkının desteğini kaybederek büyük bir erozyona uğrar. Çünkü Suriye toplumunun çok yönlü bileşenleri vardır ve El Kaide gibi bir örgütün egemenliğini asla kabul etmez. Bundan da daha önemlisi halk artık vesayet ilkelerini tamamen karşı duruyor. Bu noktada unutulmaması gereken halkın yılarca vesayet sistemi altında yaşadığı ve bundan sonra İslam bayrağı altında bile olsa bu sistemi kabul etmeyeceğidir.

Suriye halkının büyük çoğunluğunun İslami eğilimde olduğu yadsınamaz. Ancak bu eğilim doğrultusunda arzu edilen şey özgürlük ve çoğulculuğun hakim olduğu bir idaredir, gücün ve silahın egemen olduğu bir yapı değil. Bu yüzden halkın önüne sunulacak tüm seçenekler siyasi çerçevede şekillenmelidir. Çünkü Arap baharından sonra halkın başka bir alternatife karşı artık tahammülü yok. Özellikle de vesayet sistemi halkın şiddetle reddettiği bir anlayış. Bin Ladin de son mesajında devrimi yaşayan ülkelerde halkın İslami davet yoluyla ikna edilmesini, İslam'ın bir savaş aracı olarak kullanılmamasını ve siyasi güçlerle çatışılmamasını önermişti.

Irak ve Şam'da kurulacak bir İslam devletini konuşmak, hatta sadece Şam'da böyle bir devletin varlığı üzerine hayaller kurmak, özgürlük ve çoğulculuğun egemen olduğu bir İslami sistemi kurabilmeyi düşünmek çok güzel olurdu. Böylesi bir bütünlüğü, samimi olan herkes diğer ülkeler için bile düşünebilir. Ancak gerçekler ile hayaller arasındaki mesafe tahmin edilenden daha da büyük. Siyasi alanda hareket edenler bu mesafeyi düşünmezler ise büyük hataya düşerler. Bu nedenle bu konuyla ilgili olarak eksilerin ve artıların titizlikle ele alındığı derin çalışmalara ihtiyaç var. Önemli adımlar atmadan harekete geçmek, sadece Beşşar Esad rejiminin uyguladığı zulme hizmet etmeye ve Suriye halkının hayal kırıklıklarını artırmaya yarar. Sadece Suriye halkının değil, Suriye'de canlarıyla mallarıyla savaşmak için diğer ülkelerden gelen tüm vicdanlı insanları hayal kırıklığına uğratmamak için tüm öncelikler bir kenara bırakılmalı ve tüm hedefler rejimin düşmesi yönüne odaklanmalıdır.

Kaynak: El Cezire
Dünya Bülteni için çeviren: Tuba Yıldız