Irak'ta yıllardır hazırlanma aşamasında olan tuhaf petrol yasası, büyük petrol şirketlerinin Irak petrolünü rakipsiz bir biçimde sömürmesinin önünü açıyor. ABD yönetimiyse, Irak'ta daimi yabancı güç konuşlandırmanın yakın tarihteki çok kötü örneklerini unutmuş görünüyor
Irak hikâyesinde cevap petrolde yatıyor gibi görünüyor. Bu hafta New York Times'tan şunu öğrendik: Büyük çokuluslu şirketlerden beşi, Irak'taki en büyük ve kârlı petrol yataklarını (buna Basra ve Amara'nın batısındaki yeni keşfedilen yataklar da dahil) sömürmek için anlaşmalar kapmaya hazırlanıyor.
Geçen asırda petrol işinin büyük parçalarını yürüten büyük kartellerin meşhur yedi kardeşinin mirasçıları olan şirketler şunlar: Exxon, Chevron, Total, Royal Dutch ve BP. Yeni Irak petrol yasasından bunlar fayda sağlayacaklar; hazırlanması yıllar alan yeni yasa, bu şirketlere petrolü rekabetin olmadığı koşullar altında çıkarma ehliyeti verecek.
Irak, dünyada ticari olarak işletilebilir petrol yatakları bakımından en büyük ikinci veya üçüncü ülke -listedeki yeri açısından İran'la rekabet halinde. Her iki ülke için güçlük, petrolü arıtma ve dağıtma altyapılarının çok eski olması veya hiç olmaması. Britanya istihbaratından bir kaynağa göre, 1991'de Irak sadece 12 'termal ayrıştırma' veya tam arıtma tesisine sahipti -ve bugün daha iyi durumda olduğunu düşünmek pek mümkün değil.
Çinlileri ekarte ettiler
İran'da bu tür tesislerden 18 tane var ve bu da ülkeyi epey müşkül bir durumda bırakıyor. Ancak kaynağıma göre (kendisi şu an uluslararası çalışan bir işadamı), "İran ham petrolle tıka basa dolu, fakat bu petrolü önce işlemden geçirilmesi için dışarıya sevk etmek, ardından da geri satın almak zorunda kalıyor." Eski istihbarat komutanı, koalisyon güçlerinin Çöl Fırtınası Harekâtı'nın, Saddam Hüseyin'in savaş yeteneğini 'petrol arıtma tesislerini bombalayarak' 36 saat içinde bitirebileceğine inanıyordu. Benzer bir biçimde, nükleer silahlanma konusunda çatışma noktasına gelinmesi halinde koalisyonun aynısını İran'a karşı da yapabileceğini söylüyordu: Yani bulunması çok zor olan nükleer tesisler yerine petrol tesislerini bombalamak. Ancak bunun sonucu küresel ekonomide bir tsunami olacaktır.
Beş büyük petrol şirketinin rakipsiz başvuruları (göründüğü aralarında Çinlilerin de bulunduğu diğer 40 şirkete karşı ihaleyi kaptılar) şu soruyu gündeme getiriyor: Büyük ödül aslında bundan mı ibaretti? ABD Başkanı Bush ve Başkan Yardımcısı Cheney petrolle haşır neşir ve Amerika'nın enerji güvenliğine, en az eski dışişleri bakanı Henry Kissinger kadar kafayı takmış durumdalar. Buna rağmen Ortadoğu petrolünün devasa lokmalarını sömürgeci imparatorlukların iki asır önceki merkantilist ruhuyla kapabileceklerine inandıysalar eğer, bu son derece çarpıcı bir durum.
Anlaşma tuhaf ve bunun nedeni sadece rekabete açık olmaması değil, çok kısa süreli olması. Şirketler ilkin iki yıllık anlaşmalar için başvuruyor. Bazı şirket yetkilileri özel görüşmelerde savaş vurguncusu gibi görünmek istemediklerini ve hedeflerinin 'Irak petrol sanayini tekrar ayakları üzerine kaldırmak' olduğunu vurguluyor.
Kazananlardan biri olmaya hazırlananlar arasında Irak Başbakanı Nuri el Maliki de var. New York Times'ın haberi patlattığı gün, Maliki Amerikan güçlerinin desteklediği binlerce Irak askerini, petrol zengini Maysan eyaletinin başkenti Amara'da 'düzeni sağlamak' için seferber etti. Amaç sokakları milislerden, özellikle de Mukteda Sadr'ın Mehdi ordusundan temizlemekti.
Geçen mart Irak silahlı kuvvetlerine, Ürdün'ün başkenti Amman'da yeni Irak petrol anlaşmalarıyla ilgili pazarlıkların başladığı hafta Basra'yı Sadr milislerinden temizleme emri verildi. Britanyalılar, Mukteda Sadr'ın çetesinin Amara ve Basra gibi güney kentlerinde nüfuz kazanmasına göz yumdukları için bol bol azar işitti ve Amerikalılar buralardaki savaşın komutasını üstlenmek zorunda kaldı.
Dört ayda iki kez petrol konusundaki büyük ilerlemeyi, Sadr yanlılarına yönelik seferberlik tamamladı. Maliki hazinesini El Hekim Klanı'nın ve onların Irak İslam Yüksek Konseyi adlı partisinin milisi konumundaki Bedir örgütünün gücüne dayandırmaya karar vermiş durumda. Bu ittifak kendisini Şii topluluğu içindeki önde gelen güç olarak görüyor. İkisi birlikte, kısa süre sonra yapılacak yerel seçimlerde, en başta da ülkenin
en zengin petrol yataklarının bulunduğu Amara ve Basra'da Mukteda'nın güç kazanmasını önlemek istiyor.
Maliki şu an Amerikalılarla arasına mesafe koyması gerektiğini görüyor. Hükümeti üç aydır ABD'yle bir güvenlik anlaşmasını müzakere ediyor; söz konusu anlaşma, BM Güvenlik Konseyi'nin verdiği işgalci güç statüsünün süresi yıl sonunda dolar dolmaz ABD'nin Irak'taki varlığına yasal bir dayanak sağlamayı öngörüyor. Amerikalılar taleplerini yüksek tutuyor -en az 58 üs (ilk başta 200 istiyorlardı) ve bütün Amerikan personeli için (askeri ve taşeron güvenlik şirketleri de dahil sivil personel) yargı muafiyeti. Washington ayrıca kötü niyetli olduğundan şüphelendiği bütün Irak vatandaşlarını tutuklama, yargılama ve iade etme yetkisi de istiyor.
Din adamları rahatsız
Maliki anlaşma taslağını onaylaması için İran'a götürdüğünde fena paylandı. Cumhurbaşkanı Ahmedinecad hayır dedi, fakat daha önemlisi, İran İslam Cumhuriyeti'nin ruhani önderi Ayetullah Ali Hameney Amerika'nın Irak'taki varlığının devamını hoş karşılamayacağını söyledi. Bu, diğer iki büyük Şii din adamından da destek buldu. Irak'taki önde gelen Şii din adamı Ayetullah Ali Sistani, Irak'ın geleceğinde Amerika'nın kurumsal olarak yer almasını istemediğini söyledi. Daha radikal olan Ayetullah Kazım el Haeriri, Amerikan güçlerinin Irak'taki açık uçlu varlığına karşı bir fetva yayımladı. Daha önce yakın olan Mukteda Sadr'la Haeriri'nin arasına son dönemde kara kedi girmişti. Fakat tekrar uzlaştılar ve şimdi araları iyi; Haeriri Mukteda'yı ruhani rehberi kabul ediyor.
Amerikalılar sorunlara rağmen müzakerelerin sürdüğünü söylüyor; Bağdat'taki Amerikalı diplomatlar, sürecin yavaş ilerlediğini, fakat sonuca er geç varılacağını fısıldıyor.
Ne var ki İran ve Irak'ta daimi yabancı güç konuşlandırmanın yakın tarihte çok kötü örnekleri var. İran Şahı'yla yapılan yabancı güçlerin statüsü anlaşması Şah'ı daha da diktatöryel hale getirmişti ve Amerikalı diplomatlara göre Şah'ın devrilip Ayetullahların teokratik rejiminin kurulmasına varan kaçınılmaz bir süreci başlatmıştı. 1955'te Britanya Bağdat Paktı uyarınca Irak'ta Kraliyet Hava Kuvvetleri'ne söz konusu statünün bir başka çeşidini sağlayacak bir anlaşma müzakere etti. İki yıl içinde Britanya'nın maşası olan kraliyet ailesi, Baas Partisi'ne ve nihayetinde Saddam tiranlığına giden yolu açan aşırı kanlı bir darbeyle devrildi. ABD'deki başkan adayları Barack Obama'yla John McCain'in yataklarının yanındaki komodinlerde birer kısa İran ve Irak tarihi kitabı bulundurmalarını umut ederiz.
Kaynak: Star