Ak Parti'nin başına gelen musibetleri, AB yolunda kararlı bir şekilde yürümemesine bağlayan hatırı sayılır bir kesim var.
Mesela, 301'inci madde gibi anti-demokratik yasaların kökten halledilmemesini bu bağlamda dillendiriyorlar.
Bunları biliyoruz, sen ne diyorsun, onu söyle, diyecekseniz; lafın arkasını getirmeme müsaade edeceksiniz.
İmdi, izninizle devam ediyorum:
Söz konusu çevreler, başörtüsüne özgürlük getirecek düzenlemelerin, topyekûn demokratikleşme paketinden bağımsız bir şekilde gündeme getirilmesinin yanlış olduğunu sıklıkla dile getiriyor.
Takip edebildiğim kadarıyla en sert eleştirilerini, Ak Parti'nin özgürlükleri sadece kendisi için istediğini belirtmekle gün yüzüne çıkarıyorlar.
Kuşkusuz bu eleştiri bir güvensizliğin de ifadesi.
Altan alta şunu demek istedikleri besbelli:
"Zaten yüzde 53'lük kesim size güvenmiyor. Hiç kusura bakmayın; son zamlardaki tutumunuzdan dolayı bizim de güvenimiz sarsıldı…"
Bu arkadaşlar, ağabeyler, ablalar kim mi?
Bunlar, Ak Parti'lilerin ikide bir büyük bir övünçle dile getirdiği şu yüzde 47'lik oylarda, hatırı sayılır payları olduğunu ihsas edenlerdir.
"İhsas" ne kelime?
Açık seçik beyan ediyorlar.
Yüzde 47'deki paylarını takdir etmekte güçlük çekiyorsanız, yüzde 53'ün sözcülüğüne soyunanlara sorabilirsiniz.
Sormasanız da söylüyorlar ama adamakıllı ikna olmak için bence bir de siz sorun.
Sorun ki; yere göğe sığdıramadığınız o yüzde 47'lik oyları, iç ve dış piyasalarda geçer akçe haline getiren, meşruiyet kazandıran liberal, demokrat aydınlarımızın hakkını teslim edin.
Sorun ki; mezkur oy yüzdesinin, "göbeğini kaşıyan adam"ların, iradesini bir torba kömüre satan "bidon kafa"ların marifeti olup olmadığını dünyaya anlatacak olanların kimler olduğunu öğrenin.
Sorun ki; oylarınızı yok mesabesinde değerlendirenlere karşı, oylarınıza değer kazandıranların kıymetini bilin.
Yok ben aldığım oya bakarım, yok ben millet iradesinden başkasını takmam, diyerek 'nankörlük' yapacak olursanız; maazallah, "çoğunlukçu" yaftasını yersiniz; haberiniz olsun.
O zaman da, Sabih Kanadoğlu, Bekir Coşkun, Vural Savaş, Oktay Ekşi gibi 'aslan yürekli laiklerin' nezdinde, değil o çok güvendiğiniz yüzde 47'nin, yüzde 97'nin bile hiçbir kıymeti harbiyesi olmadığını görürsünüz.
Görmezseniz, Abdurrahman Başsavcımdan 162 sayfalık iddianameyi yer; oturursunuz aşağıya.
Efendim?
Hakimiyet-i Milliye veya demokrasi nerde kaldı mı dediniz?
Lütfen biraz ciddi olalım. Seçimle, seçmenle mevzuyu sulandırmanın âlemi yok…
Malum eşhasın sitemi de önerisi de şundan ibarettir:
"Vaktiyle bizi dinleseydiniz başınıza bunlar gelmezdi. Hadi neyse, ama artık akıllanın. AB'nin ipine sarsılmaz iradeyle sımsıkı sarılın; kapatma davasını kazasız belasız atlatmanın yegâne yolu budur…"
Çıkış yolu olarak AB ipi gösteriliyor; lakin bütün mesele, bu ipin ne kadar sağlam olduğu sorusunda yatıyor.
Doğrusunu isterseniz, ipin sağlamlığı konusunda kuşkuluyum.
Daha geçenlerde, savaş suçuyla ilgili sorumluluklarını savsaklayan Sırbistan ile yakın ilişki anlaşması imzalayan AB'nin, direktiflerini şimdiye değin kusursuz biçimde uygulayan Bosna-Hersek'le hâlâ anlaşma imzalamamış olması, bu ipi sorgulamamıza yeter de artar bile.
AB'nin resmen anlaşma imzalamadığı tek Balkan ülkesinin Bosna olması size neyi ifade ediyor bilemem, ama, bana Boşnaklar soykırımdan geçirilirken, Avrupa'nın (en hafif tanımlamayla) vurdumduymazlığını hatırlatıyor.
AB'nin Hıristiyan kökenine vurgu yapılmasını isteyen Alman Angele Merkel'i, Müslümanların hoşgörüsüz olduğunu bunun da genlerinden kaynaklandığını söyleyen Hollandalı Bot'u, İslam medeniyetinden üstün olduklarını dillendiren İtalyan Berlusconi'yi hatırlatıyor.
Tamam, Avrupa yekpare değil. Johannes Rau'dan Joost Lagendijk'e kadar bir yığın güzel insan var.
Yazık ki yazık; Bosna örneğinde görüldüğü gibi, yetmiyor işte.
Gelgelelim, demokratikleşmeyi Türkiye'nin sadece iç dinamiklere dayanarak başaramayacağını ileri süren aydınlara sözümüz yok.
Aklımıza 367'nin mucidi Sabih Kanadoğlu'nu düşürsek bile, ne kadar haklı olduklarını anlayabiliriz.
Ak Parti, AB yolunda işi ağırdan aldığını, Demirel gibi bir gözü statükoda, bir gözü özgürlüklerde klasik muhafazakâr bir yürüyüş sergilediğini kabul ederek, AB ipine kararlılıkla tutunursa, kapatma davasını atlatabilir mi dersiniz?
Tersinden soralım:
Ak Parti, AB'ye gerekli ihtimamı göstermemesinin bedelini mi ödüyor?
AB, madem ipine tutunanları felaha eriştirecek kadar kudret ve azamet sahibi bir kuruluştur; Ak Parti'yi, sırf burnu sürtsün diye, siyaseti mahkemeye taşıyanların inisiyatifine bırakması, bağlı olduğunu iddia ettiği değerlere zaten yakışmaz.
Açık konuşalım:
AB'nin maçası sıkmıyor da yangından mal kaçırmaya çalışıyorsa veya Ortadoğu rejimlerine vaktiyle attığı Baas formatının pazarlığını yapan İngiltere'ye karşı mevzi mücadelesi veriyorsa, ip uzatmaktan değil, ip sarkıtmaktan söz edilebilir ancak.
Uzun lafın kısası:
AB ipi, ABD'nin AB içinde konuşlandırdığı İngiltere 'makasıyla' kesilip, kesilip düğümlenen zavallı bir ipse, ona tutunmaya değmez zaten.
Kaynak: Yeni Şafak