İnsansızlaşan İstanbul

Türkiye kaç haftadır bir Amerikalı kadın cinayeti ile çalkalanıp duruyor. Tam da medyanın aradığı türden olaylar zinciri içinde cinayet, gizli ilişkiler, casusluk şüphesiyle gündeme gelen kayıp kadının sonunda ölü bedeni tarihi yarımadanın dehlizlerinde bulundu; şimdi katili aranıyor. Ulaşılan son bilgi bir kağıt toplayıcısının kadını bir dehlizde öldürdüğü… Amerikalı bir kadın ve İstanbul'da Karabüklü bir kağıt toplayıcısının eliyle katlediliş öyküsü başından beri medyada pornografik bir dille kurgulandı…

İstanbul gibi tarihin önünden geçit resmi yaptığı bir şehirde yaşamak yerine ikamet etmeyi seçenler için artık gündelik hayatın parçası haline gelen kağıt toplayıcılığının kültürel bağlamını fark edişimi Küre Yayınları'nda çalışırken Vefa, Süleymaniye, Eminönü hattında o daracık sokaklarda her akşam üstü vapura doğru yürüdüğüm günlerde farkına varacaktım. Hala ayakta kalmış ahşap evlerin, hatta az sayıda konakların arasından bodur minareli mescitlerin gölgesine sığınarak indiğim o dik sokaklar… Bazen yüksek taş duvarlı bir binanın önünden ilerlerken ahşabın geçiciliği, hafifliğine inat zamana direnen içinde küflenmiş eski zamanlara ait kitaplarla dolu duygusunu uyandıran kütüphanenin kapısından içeri bakıp tenha, sessiz dünyasına biraz da hüzünle karışık kaçamak bakışlar atışımızı itiraf etmeden gururu kırılmış soy atlar gibi yürüyen insanlardık..Yahut daracık bir sokağın köşesindeki yıkılacak hissi veren cumbalı ahşap evin köşesini döner dönmez 'işte İstanbul ' dedirten boğaza, iki kıtaya, minarelere, kubbelere apansızın kapı açan beklendik heyecanlar yaşatırdı… Dik ve dar sokaklarda üstünüze ağacak gibi duran eski, yıpranmış kargir ya da bir tarafından bel vermiş ahşap binaların bodrum katlarında bekar odaları vardır. Bir mutfak tüpünde akşam yemeğini pişirmeye çalışan memleketin dört bir yanından gelen Anadolu çocuklarının hayat mücadelesinin resmini çekerdim o yanan daracık odaların sönük lambalarında… Memleketimden insan manzaraları sunan bu güzergah sanki 60'lı yılların kasaba romanlarındaki bir sahne gibidir… Hele çivit renkli dükkan vitrinlerinin rengi de katılınca yabancılar için tam egzotik bir İstanbul fragmanı tamamlanmış olurdu..

Hemen her gün Vefa'dan Eminönü'ne her günkü yolculuğumda bir şey keşfedecektim. Gördüğüm şey, varoşlara değil tarihi yarımadanın kalbine Süleymaniye'ye sığınmış bu insanların emeklerinin, umutlarının depolandığı yerler… Yüksek duvarların sakladığı kağıt depolarını keşfettiğimde duyduğum dehşet ve şaşkınlığımı hala hatırlıyorum. Yarı yıkık görünen duvarların, hangar kapılarının ardında devasa kağıt depoları vardı. Ekmeğini taştan çöpten çıkaran bu insanlar bu depolar için çalışıyordu.

Bu harabe yıkık evlerin gölgesinden yürüyor olsam da her daim Süleymaniye'nin ihtişamlı güzelliğini hissetmemek mümkün değildi. Bu semtin geçmiş zamana dair çağrışımlarıyla tezat da olsa bugünkü döküntü halini tarihin siyah beyaz fotoğrafı gibi algılamaya yatkındım.
Süleymaniye, yani İstanbul diye tarihte var olmuş bir değer varsa onun ilim, irfan, estetik, kültüre dair her şeyin en rafine halinin yaşatıldığı münevverler semtinin izbe kağıt depolarına dönüşmesi nasıl olabilirdi? Terk edilmiş virane görüntüsüyle Osmanlının bugüne taşan temsilinin sunulmak istendiği kesin.

Cumhuriyet dönemi şehircilik anlayışı; Osmanlı olana yani bize, tarihimize, kültürümüze ait her ne varsa tümünün hayattan silinmesi, görünür plandan çıkartılması ayakta kalanların ise bu mirası mahkum edecek bir görsellikle sunulduğu ideolojik bir şehir planlamacılığıdır. Ankara'nın yeni modern yüzüne karşılık izbeleştirilen kale ve çevresi gibi... DEVAMI>>>