Ortada insana sirayet eden haksızlık varken insanın bir başka konuda yazı yazması zorlaşıyor. Üstelik içinde bulunduğumuz günlerin izahı öylesine zor ki… Yolda giderken, hiç de ölüm aklımızda değilken ve belki, hayatın baharında bir meyve ağacı kadar umudu sırtlanmışken anlık patlama ile soluksuz bir biçimde dünya değiştiriyoruz.
Tedbir de devre dışı.
Kimden gelen tehlikeye, neden ve nasıl tedbir alınacak. Kimseye bir şey yapmamış, her gün işine giden baba, nasıl bir tedbir almalı. Suçlu olan korkar ve saklanılacak bir yer arar. Haksızlık yapmış biri, kısık gözlerle insanları süzer. Alnı açık, okul yolunu tutmuş bir genç niye korksun, hangi tedbiri alsın. Kendini bulutlar gibi özgür ve sorumlu gören her insan, öleceğini bilir, ancak öldürüleceğini tahmin edemez.
Sessiz yolcular, anlık olarak, bir mekandan geçerken birbirine eklemlenmiş korkak bir kine rast geliyorlar ve geride kalanlar tarifsiz bir kederle yaşamak durumunda kalıyorlar. Belki de kini harekete geçiren şey de bu kederle yaşama ağırlığı.
Kenetlenen ve kine dönen izah edilemeyecek kadar düşük seviyeli eylemi paylaşanların yanlarında kalan, bir daha safiyete ulaşamayacak, içlerinden söküp atamayacakları, alçalmış olma duygusudur. Bu duygu yaşayan ortakları gittikleri her yerde takip edecek ve insanların yüzüne bakamama cezasıyla onları toprak zemininden kuyuların dibine kadar indirecektir.
Hukukun temelinde, suçsuz ceza yoktur ilkesi yatar.
Terörün başladığı yer de hukukun bittiği yer olan, suçsuzu en masum durumda cezalandırmak olarak ortaya çıkıyor. İnsanın teröre karşı en zayıf konumu olarak görülebilecek korumasız hali, aslında insan olma durumuna denk düşüyor. Bir başka insanın hayvanlaşma durumunu, böylesine alçalmasını hesaba katamaması, onun her şeye rağmen dünyada kalmaya ayak diretmek yerine, böylesine düşüklüğe tahammül etmektense ölümü tercih edişiyle izaha kavuşabilir.
Alabildiğine silahlı ve oranda insafsız dünyadan iyilikler beklemenin boş hayal olacağını bilse de insan, hayal kurmaya devam ediyor. Çünkü hayatı güzel kılan, yaşanılan, geride bırakılan hatıralardan çok, yaşanması tahayyül edilen düşlerdir. Herkesin ayrı ayrı kurduğu, ancak, pek çoğunun gerçekleşmesi mümkün olmayacak düşler…
Umut insanın bu pusu dolu dünyaya karşı tek silahı. Şartların bozulması halinde, büyüyen tek masum silahı her defasında hayatın yaşanır olduğunu kendine fısıldayan iyimserliğin sesi. Her şeyi elinden alınan insanın elinde kalan sadece umuttur. O gittiğinde insan yaşayan ölü haline gelir. Cesetten ibaret kalır.
O yüzden müminler, hiçbir zaman ümitsiz kalamazlar.
Nefes aldıkça insan, ümit besliyor demektir. Ümidin ümitsizliğe galip geldiği yerin adıdır hayat. Üzerine bomba yükleyen veya bu kararı veren, ya da onaylayan kişinin durumu ümitsizlikle bir nebze, izaha kavuşabilir belki. Bu durumda da ümitsizliğin ileri boyutunu merhametten kopuşla, sevgisizlikle ele almak durumunda kalmış oluruz. Bu kadar da değil, umut düşmanı olarak ortaya çıkan tuzak, masumiyete açılmış savaş olarak tescillenme durumundadır.
İnsan öldürerek, insanlardan öç aldığı vehmine kapılması, gittikçe yaşam tarzı olarak normalleşme eğilimi gösteriyor.
Öldürmenin “yaşam tarzı”na dönüşmesi, insanın gelmiş olduğu aşamanın canavarlaşma eğiliminin en vahşi boyutunu temsil ettiğini söylememiz icap eder. Çünkü bütün hayvanlar, bir kaç istisna dışında, açlıklarını gidermek için avlanırlar.
Söz konusu canilik durumu da bu bir kaç hayvanla yarışa çıkmış, diğerlerini insafsızlık noktasında, geride bırakmış yırtıcılığa denk düşer.
Bütün bunların ne için olduğu konusu artık sorulmaması gereken soru olarak geride bırakılmadan, böylesi izahsız bir kalkışmaya girişmek mümkün olamaz. Oysa insan sürekli kendine, hele böyle şedit kalkışmaya karşı soru sormuyorsa, iyiliğin kendisine sunacağı bütün imkanlara karşı tedbir almış demektir.
Sorudan kendini tecrit eden, bütün cevaplara kapısını kapatmış demektir. Bütün insanlığı temsil eden masumiyete saldırarak, arkasında ah dolu kara bir bulut bırakan eylemci, taraftarlarına yaşanılmaz, savunulamaz cinnet hali bırakmış olur.