Allah, Adem'in tevbesini kabul etti. Kurtubi'ye göre bu, ona tevbe etme başarısını ihsan etmesi ve tevbe etmesiyle tevbesini kabul etmesi demektir. Bu önemlidir, eğer tevbe etme başarısı olmasaydı, ilk günah ebedi suça dönüşürdü. Elmalılı ince bir noktaya dikkat çeker. Ayette "bizden" değil, "Rabbi'nden kelimeler aldığı" bildirilir. Zira her ne kadar tevbesi kabul olunsa da, insan "hubut (düşüş)" emriyle tenzil-i tütbeye uğramıştır. Artık "Hitap konumu"nda değil, "gıyab konumunda" bulunuyor. Halife olarak takdir edilmiş olması, onda isimlerin bilgisi ve kuvvetlerinin kalmasını sağlamaktadır.
Bunun varoluşumuzla ilgili derin bir hikmeti vardır. Belki de hubutla, insan dürtüleri ve salt arzularıyla yaşayıp kaybettiği cennete, dünya sınavından geçip başarıyla çıktıktan sonra bu sefer aklı, iradesi ve bilinciyle dönecek, gerçekten değerini bilecektir. Zira kişi, sahip olduğu değeri ve nimeti kaybetmedikçe bilmez; kısa süren cennet macerası da böyle olmuştur. Bu da bize gösteriyor ki, cennet dünyada değildir, yeryüzünde cennet kurmak da mümkün değildir.
Allah'ın rahmeti sınırsızdır. Adem'in tevbesini kabul etti. Bundan sonra da bu sünnet esas alınacaktır. Yani insanın sorumlu tutulacağı husus, günah değil, günahta ısrar etmek, tevbe etmemek ve Şeytan'ın yolundan gitmek olacaktır. Tevbeleri kabul eden ve Rahim olan Allah, eğer insan pişmanlık duyar, Allah'tan aldıklarına sarılır ve Sırat-ı müstakimi takip ederse kurtulur. Günah asli değil, arızidir; doğru istikamet ve salih amel ise aslidir. Aynı şekilde Allah'ın bağışlaması asli, gazaplanıp azab vermesi arızidir. O halde yapılması gereken şey asli olana sarılmak, yani doğru istikamet tutturup salih amellerde bulunmak olmalıdır.
İnsan sahih bir iman ve salih amel sayesinde kurtulur. Başka bir ifadeyle kurtuluş mümkündür, insan da mümkündür..
Burada Hıristiyan ilahiyatından farklı bir bakış açısı olduğu görülüyor. Hıristiyan inancına göre, Adem ilk günahı işledi, onun çocukları da bu ilk ve asli günahla doğmaktadır. "Tanrı, biricik oğlunu bir keffaret olarak gönderdi ve çarmıha gerilmesine izin vererek feda etti." Oysa İslam inancına göre, Allah'ın oğlu yoktur, ne doğurmuştur ne onu doğuran vardır (112/İhlas suresi.)
Dünyaya gelen her insan, özgür ve günahsız olarak doğar, boynunda babasının günah yaftası yoktur. Ancak günaha eğilimlidir, günah işleme potansiyeline sahiptir. Günah işler, cezası kendisine aittir, kimse bir başkasının günahından veya suçundan dolayı sorumlu tutulamaz; günah ve ceza bireyseldir. Tam ve derin bir pişmanlık duyup tevbe etmesi durumunda günahları affedilir, kul hakkı hariç. Kul isterse hakkını helal eder isterse hakkını alır.
"Zelle" yanılma hali olmakla beraber, ayağın kayması ile bir yerden ayrılmak demektir. Şeytan, ilk iki insanın ayağını kaydırınca, bir anda kendilerini cennetin dışında buluverdiler. Dünyada, gündelik hayatımızda da böyle olmuyor mu? Yanlış bir tercih, ani bir karar, kontrol edilemeyen küçücük bir gaflet hali bir anda büyük maliyetlere sebebiyet verebilir. Mesela hız/sür'at tutkusunun ani ve yanlış bir hareketle ölümcül bir trafik kazasına sebep olması gibi. Şeytan'ın onların ayaklarını kaydırması, içlerine vesvese vermesi şeklinde oldu. (3/Al-i İmran, 155; 7/A'raf, 20-21; 20/Taha, 12; Ayrıca bkz. 2/Bakara, 209; 16/Nahl, 94; 3/Al-i İmran, 155.)
Bilmek gerekir ki, hakikatte Şeytanın hiçbir şeye gücü yetmez, sadece yanıltır, vesvese verir, tereddüt ve şüphelere düşürür. İnsana faydalı olacakmış gibi yaklaşır, gerçekte ise ona zarar vermek ister.
İçinde bulundukları halden çıkarıldılar, yani cennetlik vasıflarını kaybedip yeryüzünün insanları, dünyalı oldular. (Ayrıca bkz. 20/Taha, 115-124.)