İnsan değersizse 'hakkı' olur mu?

İnsan hakları savunusunu en fazla onu ihlal edenler kullanıyorlar. Batının kendini haklar konusunda merkez görmesi, diğer yandan silahın ve savaşın kaynağının aynı adresten dünyaya yayılması, izahı zor bir durum olarak tebarüz ediyor.

Son elli yılı izlediğimizde dahi ihlalin Doğuda, Batılı elle vizyona girdiğini, hakların metinlerden çıkıp hayata, yazılı iddiadan sıyrılıp siyaset endeksli girdiğine şahitlik ediyoruz.

Ortada büyük bir kayıp, güvensizlik var ve gücü denetlemesi gereken hakların, onun manivelası olması, Doğulu toplumların, haklı olarak insan haklarına yaklaşımda güvensizlik oluşturuyor.

Sözün fiille çeliştiği durumda neticeyi fiilin belirlemesi, doğal olarak söz konusu güvensizliği besliyor. Filistin ve benzer çatışma alanları düşünüldüğünde, insan ömrünü aşan çalışmalarda ölümler, sakat kalmaların arkasında, küresel güçlerin ellerinin varlığı görünüyor. Silahlarıyla, kimi zaman bizzat işgallerde bulunmaları Asya ve Afrika'da aldıkları pozisyon, ifa ettikleri görevlerle, samimiyetsizliği, dahası insan hakları metinlerinin siyasetin örtülü argümanı olarak kullanıldığını aşikâr hale getiriyor.

İnsan hakları, adalet merkezli kalkışla her bölgeye eşit uygulama içinde gerçekleşen, haklıya hakkını veren uygulamayı içermesi gerekirken, ne hikmetse, ABD ve ortaklarınca savaşın çıkmasına, yönlendirilmesine, işgalin gerekçesinin oluşmasına ve neticede zalimlerin desteklenmesiyle neticeleniyor. Bu durumda her türlü horlanmaya, eziyete, işkence ve baskıya uğrayan insanların dertleriyle zerrece ilgilenmeyen, tam aksine, metinlerin suç gördüğü pek çok işlemin gerçekleşmesi karşısında devreye girmeyen, metin olma halini terk etmeyen insan halklarına niye inansın, hangi gerekçe ile güvensinler.

Sorun bir eliyle silahı tutanın diğer elinde insan hakları metinlerinin bulunmasıdır. Uygulamadaki bu tutarsızlığın kaynağında insana verilen önemin sahihliği konusu yatmaktadır. İnsan denildiğin "Hangi insan?" sorusunu sorup aşikâr etmeyen Batılı yaklaşımın zaafı burada saklı. Ezilenlerin inanmadıkları halde, silahlı adamın diğer elini göstererek, sürekli insan haklarına vurgu yapmaları, zalimin insafını harekete geçirme, çelişkiye işaret olarak anlaşılabilir.

Gücü elinde bulunduranın insan haklarına ittiba etmesi için gerekli olan nedir? Dünyaya meydan okumaktadır ve istediğini elde etmektedir... Tam da bu nedenden ötürü seküler insan hakları öğretisi sözden ibaret kalmaktadır. Güce sahip olanı haksızlıktan alıkoyacak güç, şüphesiz onu yargılayacak ve cezalandırma imkânına sahip onun iktidarını aşan mahiyet taşımalıdır... Bu da hesap günü inancıdır ve kişiyi en güçlü anında dahi denetler, erdemli olmaya yöneltir. Vicdan, insanın İlahi gücün sevgi ve korkusuyla duyarlı hale gelmesidir.

İnsanın öneminin metinlerden çıkıp, hayatın içinde işlevine kavuşması, hakların ahlaki temelde hissedilmesi, korunması, yaygınlaştırılması ve denetleyici değerde tutulmasıyla mümkün olabilir.

Söylemin Batıda, ihlallerin Doğuda yaşandığı dünyada, söylev düzeyinde insan hakları şampiyonu havasında olanlar, ihlalin bir günlük misafirliğinde bütün nezaketlerinden nasıl sıyrıldıkları çok ibretamiz bir durumdur.

11 Eylül Batının insan haklarını, kuru söylem bahsini de terk ediş tarihidir. Afganistan saldırısının, Irak işgalinin; Guantanamo'nun adaletle, hukukla ve insan hakları metinleriyle izahı gayri mümkündür.

Küresel güç, bir eliyle silahı tutmaya devam ediyor, diğer elinde taşıdığı metinlerin üzerine kaç sıçramış.