28 Şubat İslam dünyasında günlerden bir günken, bizim için farklı anlamlara gelir. ”Bin ay sürecek” ihtarını barındıran kural dışı, periyodik, halkı hizaya getirme günlerinden postmodern olanını hatıra getirir. Ortalama on yılda bir halkı, ağaç budar gibi kurucu şablon adına, zihinsel geometriye taşıma ameliyesi temelde benzerlikler taşır, ancak sözünü ettiğimiz 28 Şubat darbesi, özünde ve biçiminde zengin bir muhteva ile ortaya çıktı.
Diğer darbelerde tek elden iletişime el koyma hadisesi bu darbede geçerli olamazdı. Öyle de olunca oligarşik bir bileşke gizli ve açık rol alma durumundaydı. Muhalifi olmayan darbeye aşık medya, bürokrat, işveren, hükümet birlikteliğine hiç de alışık olunmadığı halde sendikalarda eklenince, vesayet rejimi ile köklü değişimler titiz mühendis işçiliğiyle kolayca gerçekleştirildi.
Dönemin her yönden mahkum ve mazlumu olan Müslümanların yaşadıklarının bir kısmı malum. Döneme has inceliklerden dolayı, gün yüzüne çıkmamış pek çok yaşanmışlık mevcut. Mesele geçmiş hikayeleri ortaya döküp, acıları tekrar hatırlamak veya rövanşist bir tutum takınmak değil.
Mesele tarihten, birebir yaşanılan sahici süreçten sağlıklı çıkarımların yapılıp yapılmadığı konusudur. Dost, düşman cenahınca; kimin nerede, nasıl bir tutum takındığı ve güneşli günlere geçildiğinde bu tutumların yeni siyasi ortama nasıl yansıdığı, meraktan öte, bir değerlendirmeye muhtaçtır.
Kanatime göre, böylesi bir zihni uyanıklıkla yeni süreç dizayn edilmedi, söz kahramanlarıyla, meydanda duranlar ayrımı gözetilmedi, bankalar boşaltılırken, başörtüsü sulandırılırken, yaranma içgüdüsüyle mücadeleyi yalnızlaştıranlar sonraki dönemde her türlü iltifata layık görüldü. Ayrıca kişi bazında da bunun pek çok örneği görüldü.
Sıkıntılı zamanlar insanları tanıma açısından büyük öneme sahiptir. Mesele korkaklık, cesurluk tutumundan öte bir şeydir. Verilen ipuçları parçadan bütünü gösterir mahiyet taşımaktaydı. Neticede sağlıklı analiz eksikliği bugün içinden çıkılmaz ruh yarılmalarını, yeni vesayet heveslerini, uzantılarıyla birlikte önümüze koydu.
Öncelikle vesayetin her türlüsü kötüdür diyebilmek, sonra gerçek üzerinden ideale bir yol haritası oluşturmak, herkesin hayrına bir bileşkeyle yola çıkmak düşlenecekse, yoldaş seçimine çok dikkat etmek gerek. Yoldaşın mesleği, meşrebi, karakteri ve omurganın esneme payı dikkate alınma durumundadır.
İçinde bulunduğumuz gündem, gittikçe haklı ve haksızın önemini azaltırken, yükselen yeni problemleri işaret etmektedir. Kullanılan üsluplar, muhtevayı geride bırakır hale geldi. Teknolojinin kötülük adına maharetinin ortaya konması, mateesüf Müslümanlara nasip oluyor.
Hiç bir söz kesemiyor savaşı.
Ne kadar güzel söz varsa, hepsi taraflı hale getirildi. Mesele ne kadar yara açabilme yarışına döndü. Bu arada en acı olanı da kulaklarımızın, o mahut günlerden alışık olduğu tespitlerin, adlandırmaların karşılıklı kullanılmasında sakınca görülmemesi.
Dışardan bakıldığında, hangi meşrepten olursa olsun, yöntemi ne olursa olsun, Müslüman kimliğin ne kadar işe yaramaz olduğunun ispatının birinci ağızlardan dermeyan edilmesidir. Bu duruma razı mıyız? Dahası bunu hak ediyor muyuz?
Hak etmiyorsak, bundan rahatsız oluyorsak, seyirci olma mekanından ayrılmamız gerekiyor.
Bütün darbelerin derununda belirlenmemiş yoldan, hak etmeden iktidar olmak yatar.
Gelenek teşkil ederek süren darbeler nihayete ererken, yeni tahakkümlerin küresel ölçekli ve ince ayarlı olacağının işaretini görmekteyiz. Söz konusu taleplere karşı öylesine iştahlı bir vasatın varlığı ürküntü veriyor.
Hiç değilse, vesayetlere karşı, milletin iradesi konusunda bir konsensüs geleneği oluşabilseydi.
Yaralı geçmişten, sağlıklı gelecek çıkarma becerimizi buduyoruz.