İngilizce bilmeyen İngiltere Kralının dünya siyasetine hediyesi: Başbakanlık

Dünyada her ne kadar sınırlar olsa da sınırla çizilmiş bir yerin içerisinde meydana gelen herhangi bir hadise tüm sınırları aşarak tüm dünyaya yayılma özelliği gösterebiliyor. Aslında günümüz dünya sistemi tam olarak bu etkileşimin meydana getirdiği bir siyaset disiplinleri bileşkesi ya da seçkisidir. Bu bakış açısıyla ‘Başbakanlık kurumu’nu ele aldığımızda karşımıza tuhaf bir gerçek çıkıyor. Bugün dünyanın kahir ekseriyetinde kullanılan ve bazı kesimler tarafından kendi demokrasi anlayışlarının vazgeçilmezi olan başbakanlık, aslında bir tesadüf sonucunda dünya siyasetinde yerini almış. Ancak yine de şunu not etmek gerekir ki bir takım ‘tesadüfler’in meydana gelmesi için bir takım şartların da olgunlaşması gerekir. 

Başbakanlık ya da parlementer demokrasi kavramlarıyla alakalı küçük bir araştırma yapan herkesin ilk karşılaşacağı kavram ‘Westminster Modeli’dir. Dünyada parlementer demokrasinin kavramsal adı olan bu model ismini İngiltere’nin başkenti Londra’da bulunan Westminster Sarayı’ndan alıyor. İngiliz parlementosu halen faaliyetlerini bu saraydan ya da günümüzdeki adıyla Parlemento Binası’ndan yürütüyor.  

İngiltere’deki parlemento faaliyetlerini dünyadaki birçok emsalinin aksine bir Cumhurbaşkanı yahut Başkan’a karşı değil, halen koruyor oldukları Monark’a yani Kraliçe’ye karşı ‘pratikte’ sorumlu olarak yürütüyor. Ne gariptir ki dünyadaki bir çok monarşiyi yıkıp yerine geçen parlementer sistemin anavatanı hala Monarşisini koruyor.  

İngiltere tarihine kısaca göz atıldığında, otoriteyle ilgili bazı önemli dönüm noktaları göze çarpar. Bunların başında Magna Carta Libertatum (Büyük Özgürlük Fermanı) gelir. Tüm dünyaca bilinen Magna Carta 15 Haziran 1215 tarihinde, baronların Kral Yurtsuz John’a (John the Lackland) karşı ayaklanmaları neticesinde monark ve baronlar arasında imzalanmıştır. Monarkın yönetiminin hukuktan üstün olamayacağını belirten Magna Carta, parlamenter rejimin ortaya çıkışı bakımından ilk önemli tarih olarak kabul edilebilir. Magna Carta, monarkın otoritesine meydan okuyan bazı düzenlemeleri haizdir. Adı geçen fermanla vergilerin artırılması hususunda, monarkın baronlara danışması şartı getirilmiştir . Özellikle belgenin 61. Maddesi, Magna Carta’nın varlığının teminatı olarak karşımıza çıkmaktadır. Buna göre monarkın ilgili belgeyi uygulamasından sorumlu yirmi beş barondan oluşan bir konsey kurulmuştur. Eğer monark belgeye uygun davranmazsa, bu baronlar arzu ettikleri değişiklikler yapılana dek kalelere, arazilere ve mallara el koyma hakkına sahiptir. Kısaca Magna Carta ile birlikte kralın ‘mutlak’ hakimiyeti sona ermiş ve ona şerikler gelmeye başlamıştır. Daha sonraki süreçte ise bu baronlar meclisi günümüz İngiltere parlementosuna dönüşerek tüm dünya yönetim sistemlerinde bir şekilde yerini almıştır. Bu ilk kırılma noktasıydı çünkü bir yetkileri tek elinde toplamış bir hükümdardan artık yetkilerin bir kısmını paylaşan bir hükümdara geçişin kırılma noktası. 

İngiltere tarihindeki bir diğer kırılma noktası ise önce Haklar Bildirisi (Petition of Rights) daha sonraki süreçle birlikte Haklar Beyannamasi (Bill of Rights) ilanlarıdır. Bunların her biri monarkın iradesinin bir kısmını meclise devretmesiyle sonuçlanmıştır. Tarihi sırayla ele alınacak olursa; 1558 yılında VIII. Henry’nin kız kardeşi olan I. Elizabeth’in çocuğu olmaksızın ölmesi neticesinde 1603 yılında Stuart Hanedanı tahta geçmiştir. Bu dönemde (1603- 1714) özellikle I. James’in parlemento tarafından onaylanmayan vergiler koymaya çalışması ve devamında I. Charles’ın özgürlüklere ciddi müdahalelerde bulunması, yargı bağımsız- lığını ortadan kaldırarak süregelen davalara etkide bulunması ve parlementonun düzenli olarak toplanamayışı nedeniyle monark ile yasama organı arasındaki çatışma yeniden kendini göstermiş ve nihayetinde Kral I. Charles’ın döneminde 1628 tarihli İngiliz Haklar Bildirisi (Petition of Rights) ilan edilmiştir. Ancak bu da yeterli olmamış ve 1642 yılında parlemento ve I. Charles arasında İç Savaş (Civil War) meydana gelmiş ve parlemento taraftarlarının galibiyeti ile sonuçlanarak 1649’da I. Charles’ın yargılanması ve idamı ile sonuçlanmıştır. 

Parlemento, kralı devirecek, yargılayıp idam edecek ve yerine başkasını getirecek kadar güçlenmişti artık. Bu yeni durumla birlikte, artık yukarıda bir kral ve aşağıda bir parlemento şeması yerine, terazinin iki kefesinde iki eşit var şemasına geçilmiş oldu. Bu iki erkin arasındaki iletişimse, kralın doğrudan parlemento toplantılarına katılıp karar alınma sürecinde duruma müdahale etmesiyle gerçekleşiyordu. 

YENİ KRAL İNGİLİZCE BİLMİYORSA? 

Tarihsel sürecin kendi seyri içerisinde gelip dayandığı bir noktada ise beklenenin dışında bir aksilikle karşı karşıya kalınıyor.  

İlgili süreçlerin ardından 18. yüzyılda tahta geçen Hanover Hanedanı tahtı devralıyor. Bu yeni hanedan,Tudors Hanedanı’nın aksine genel itibarıyla barışçıl bir süreç istemiş hatta bu anlamda kabineye Avam Kamarası’ndan temsilcilerin de dahil edilmesinin önünü açmıştır. Parlamenter rejimdeki bir diğer önemli kurum olan başbakanlık da, yine tarihsel bir tesadüfün sonucu olarak, Hanover Hanedanı (1714- 1901) döneminde ortaya çıkmıştır. Hanover Hanedanı’ndan Kral I. George, İngilizce bilmediği için kabine toplantılarına katılamamış ve kendisine söz konusu toplantılardaki bilgileri aktarması için birine ihtiyaç duymuştur. Bu sebeple monarkın yerine kabine toplantılarına katılan ve de facto olarak ilk başbakan olan Robert Walpole ile İngiliz ve hatta dünya tarihinde ilk kez başbakanlık müessesesi oluşmuştur. 1784 tarihinde William Pitt’in başbakan oluşu ile birlikte, söz konusu kurum artık kabine ile parlemento arasındaki iletişimi sağlayan kabine liderliği görevine evrilmiştir.  

FRANSIZ SİYASİ TARİHİNDE DE KISMÎ YERİ VAR 

Başbakan kelimesinin etimolojik köküne inildiğinde ise karşımıza Fransızlar ve Fransızca çıkıyor. 17’inci yüzyılda Fransa’da ‘prime minister’ın kelime karşılığı olan ’premier ministre’ Cardinal Richelieu için kullanılıyordu. Cardinal Richelieudaha sonra 1624’de kraliyet konseyinin başı olarak adlandırıldı. Bu kavram ‘informal’ yani resmi olmayan bir kullanımdı ve ‘principal ministre d'État (devletin önde gelen bakanı) daha çok bir meslek tanımı olarak kullanılırdı. 1661’den sonra 16. Louis ve yandaşları bakanlarından herhangi birini diğerlerinden ayrıcalıklı olarak kabul etmeyince bu kavram da kullanımdan kaldırılmış oldu.  

BAŞBAKAN DEMEK ‘TORPİLLİ’ DEMEKMİŞ

Başbakan kelimesinin etimolojik incelemesini yapınca Fransız siyasi tarihine girmek durumunda kalınıyor. İngiltere siyasi tarihi Fransız siyasi tarihiyle birlikte ve çarpışarak şekillenmiştir. Başbakan meselesinde de benzer bir duruma rastlıyoruz. Hem Fransız siyasi tarihinde hemde İngiltere siyesi tarihinde başbakan kelimesinin aslında bir meslek ya da görev tanımlamasından ziyade bir lakap ya da eleştiri hatta suçlama olarak kullanıldığını görüyoruz. 17 YY’da Fransız siyasetçiler arasında bu kelime, teamüller dışında diğer bakanlardan daha hızlı yükseliş gösteren bakanlar için kullanılıyormuş.  

1702-1714 tarihleri arasında İngiltere’de monarşinin başında bulunan Kraliçe Anne’nin gözdelerinden Robert Harley daha sonra görevden uzaklaştırıldığında kendisine yöneltilen suçlamalar arasında ‘başbakan olmak’ da vardı.  

Kaynakça:

 

1: https://history.blog.gov.uk/2012/01/01/the-institution-of-prime-minister/

2: https://history.blog.gov.uk/2014/11/20/sir-robert-walpole-whig-1721-1742/

3:http://dergipark.gov.tr/download/article-file/275226

4: http://www.oed.com/prime-minister