Askerle ilgili hesaplarında yanılanların da, askerlerin iki önemli dava konusunda konuşmamalarına kızanların yanıldığı bir nokta var. O nokta da, Türkiye'nin stratejik anlamda en büyük sorunu olan Kürt sorununun çözümü üzerine odaklanan askerlerin, dikkatlerini büyük ölçüde bu konuya vermiş olması. Askerler adeta ısıya duyalı bir füze gibi kilitlendikleri bu hedeften dikkatlerinin dağılmasına izin vermiyorlar.
Başbakan Tayyip Erdoğan, türban girişimini 'Velev ki siyasi simge' sözleriyle başlatmadan önce, sonbahar ve kış aylarının gündeminde hükümet ve askerin ilk kez bir konuda bu kadar uyum içinde çalışması vardı. Uzun tartışmalar ardından, CHP ve MHP'nin de desteğiyle alınan Irak'taki PKK hedeflerine askeri harekât yetkisi, ABD ile (ilk kez bu kadar üst düzeyde) askerlerin de katıldığı görüşmeler sonucu etkin biçimde kullanılmaya başlamıştı.
Uzun vadede bakıldığında, askerlerin 29 Mart 2009 seçimine yönelik olarak, ülkenin coğrafi ve siyasi birliği ve güvenliği çerçevesinde bazı değerlendirmeler yaptıkları da gözlenebiliyordu. Kürt kökenli seçmenin yoğun olduğu doğu ve güneydoğu illerinde, PKK destekli DTP'nin karşısına çıkacak tek sivil siyasi alternatifin AK Parti olduğu 2004 yerel seçimleri, daha çok da 2007 genel seçimi sonuçlarından görülebiliyordu. 2009 yerel seçimlerinde Doğu ve Güneydoğu belediyelerinin DTP'nin elinden AK Parti'ye geçmesi, özellikle de Irak, İran, enerji sorunları ortadayken, ciddi bir güvenlik zafiyetinin önüne geçilmesi anlamına gelebilirdi.
Bu durumun muhalefet partilerinin, özellikle CHP'nin rahatsızlığına yol açmış olması tahmin edilebilir. Burada CHP'nin PKK ile mücadeleden rahatsız olduğu sonucu çıkarılmamalı. Ancak askerlerin, kendi asli görev ve sorumlulukları çerçevesinde hükümetin (kendilerinin de oluşumuna aktif biçimde katıldığı) PKK ile mücadele planlamasına verdiği destek, AK Parti'nin laiklik konusundaki uygulamalarının öne çıkarılamamasına yol açıyordu.
Bu çerçevede, devlet işleyişinin geleneksel kesimlerinde de rahatsızlık baş gösterdi.
Aranan fırsat, Erdoğan'ın sözleri, ardından MHP'nin hodri meydan demesiyle Anayasa'nın türban için değiştirilmesi girişimiyle bulundu. Kapatma davası bu nedenle açıldı.
Dava sürerken Ergenekon soruşturması hızlandı ve ucu emekli askerlere gelecek şekilde genişlemeye başladı. Bu durum da kamuoyunun dava sayesinde AK Parti'nin laiklik karşısındaki tutumuna çevrilmiş dikkatlerini dağıtığı için muhalefetin, özellikle de CHP'nin tepkisine yol açtı. Soruşturma nihayet iki emekli orgeneralin tutuklanmasına kadar genişleyince CHP de muhalefetin dozunu artırdı. Tutuklamaların askeri savcıların gözetiminde yapıldığının anlaşılması, muhalefet partilerindeki kafa karışıklığını artırdı.
Üstelik, her iki dava konusunda da askerden ses gelmiyordu. Medya ile arası gayet sıcak olan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt, konuşmayacağını söyleyerek konuşmuyordu.
Dahası, Anayasa Mahkemesi'ndeki 'kapatma davası' sonuçlandığında, bir kısım çevrelerin propaganda malzemesi olmasının aksine, askeri yargı kökenli üye kapatma yönünde oy kullanmamıştı; kullanmış olsa AK Parti kapatılmış olacaktı. Bütün bunların üzerine Yüksek Askeri Şûra'dan 'irtica nedeniyle ihraç' kararı çıkmayınca, CHP'den askere yönelik eleştirilerin artık üst perdeye çıktı. Genelkurmay'ın buna sert yanıtı böyle okumak da mümkün.
Büyükanıt'ın 28 Ağustos'ta görevi devredeceği Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Başbuğ'un aynı çizgiyi geliştirerek sürdürmesi beklenebilir.
Başbuğ'un son demende verdiği 'sorun yalnızca askeri yöntemle çözülmez' demeçlerinin ABD ve AB'de dikkatle izlendiğini söylemek gerek.
Konuyu açıklamak için 'laiklik, bölücülükten daha mı az duyarlı bir konu sorusunun' anlamlı bir yanıtı yoktur. Askerin laiklik konusunda ne kadar hassas olduğu biliniyor. Ancak neticede AK Parti geldiği gibi seçim yoluyla gidebilir.
Kürt sorunundaysa, kritik zamanda kaybedilenlerin telafisi mümkün olmayabilir.
Çünkü Türkiye'nin büyük resminde en fazla Kürt meselesi görünüyor. O nedenle davalar açılıp bitiyor, ama dikkatlerin oradan dağılması istenmiyor.
Kaynak: Radikal