İlahiyatçılar, -Habermas'ın vurguladığı üzere- kamusal alana çıkmıyor, dünyaya eleştirel bakmıyorlar; iktidarla kavga etmiyor, aksine iktidarla uyumlu çalışmaya gayret ediyorlar; kendilerini bir uzman, bir akademisyen olarak görüyorlar, ciddi manada ümmetin dertleriyle ilgilenmiyorlar, bu özellikleriyle tarihimizin 'resmi ulema' geleneğine yakın durup, 'sivil ulema'nın rolünü üstlenmiyorlar. Kendilerine devlet görev verdiğinde, kraldan daha kralcı davranıp, İslam'ın temel varsayımlarına aykırı kurulmuş bir dünyanın daileri ve fedaileri rolünü üstleniyorlar. Belki de bunun sebeplerinden biri kelami bir zeminde "iktidar" üzerinde yeterince imal-i fikr etmemeleri ve kendileriyle ilişkilendirilen belli iktidar alanının cazibesini sorgulamamalarıdır.
Burada sözü edilen iktidar, salt "siyasal iktidar" olmak yanında –ki İslami tefekkür ve bilgi alanında hareket eden İlahiyatçıların en başta yapmaları gereken bu iktidar yapısını sorgulamalarıdır- resmi toplumun vesayeti altında, belli bir hiyerarşiyi sön gören, aşağıdan yukarıya doğru çıkıldığında politikleşen, yukarıdan aşağıya doğru inildikçe orta ve küçük alanlara bölünüp her seferinde kendini yeniden üreten irili ufaklı iktidar alanlarıdır. Bu temel dürtüsüyle İlahiyatçı halkın gerçek manada itibar ettiği, görüşlerini referans aldığı bir müçtehit veya orta seviyede ikna edici bir kanaat önderi dahi olamıyor; hiç formel/örgün tahsil görmemiş, ancak meşru usul dahilinde İslami bilgi üreten, konuşan ve geniş kitleleri mobilize eden zatları kendi iktidar alanlarının rakipleri görüyorlar.
Bunun irdelenmesi gereken birden fazla sonucu ve etkisi vardır. Bunlardan biri, bir kısım ilahiyatçıların, ya kolayca iç resmi toplumun (politik-askeri) veya dış birtakım merkezlerin öngörüleri doğrultusunda tez konusu seçmeye yatkın olmalarıdır. AÜ İlahiyat Fakültesi Araştırma Görevlisi İhsan Çarpıcıoğlu'nun araştırmasına göre, bu fakültelerde yüksek lisans düzeyinde yapılan araştırmaların yüzde 65'i "din sosyolojisi"yle ilgilidir (Yeni Şafak, 20 Aralık 2004). Kurumsal din sosyolojisi, doğası gereği amprik çalışmaları gerektirdiğinden, bir takım iç ve dış politik-askeri stratejik merkezlerin hayli ilgisini çeker. Söz konusu tez seçiminde hangi kriterler kullanılmaktadır. Tezler yapılırken birtakım hassasiyetlere dikkat ediliyor mu? Bazı bilgiler bir toplumun mahrem dünyasına aittir. Mesela "Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde dini önderlik ve takiratlar" başlığı altında bir tez çalışması yaparsanız, bu dünyada yüzlerce stratjik araştırma enstitüsünün ilgisini çeker.
Dinin dilinin sekülerleşmesi ve ilahiyat öğrencisinin İslami bilgi elde etme, nasslardan hüküm çıkarma usulünden habersiz yetiştirilmesi, onun zihninin iki ana parçaya bölünmesine sebebiyet vermektedir. Mesela ortalama bir ilahiyatçının –Müslüman aydınınki de pek farklı değildir- şöyle diyebildiğini duyabiliyoruz: "Bu dini bir mesele değil, siyasi bir meseledir." Bu cümleyi en üst seviyedeki din bürokratı söyler, söylemektedir de. Televizyon ekranlarında görüş beyan bir ilahiyatçıya göre, mesela İslam dünyasında yaşanmakta olan sorunların temelinde "din" değil, siyasi, iktisadi ve başka sebepler yatmaktadır. Bu akademisyene göre iktisadi bağımlılık, halka karşı kurulmuş bulunan rejimler, otokrasi, kentleşme, uluslar arası sömürü, tahakküm, eşitsizlik, toplumsal çözülme gibi konular "dini konular" değildir. "Dini konular" mesela birinin gelip "Allahımıza karışması, namazımızın rükünlerini değiştirmeye kalkışması" gibi şeylerdir (Mehtap Tv, Ufuk Ötesi Programı, 22 Haziran 2007.) Bu ilahiyatçı kendi kafasında geleneksel fıkıhta "Muamelat-ukubat" ana bölümlerinde ele alınan bilumum konuları dinin dışına çıkarmış, hayatın bu geniş alanını laikleştirmiş, dini salt akaide ve ahlaki kuralların öğütlenmesine indirgemiş bulunmaktadır.
İtikat ve kelam "dini konular"a; muamelat, ukubat, yani politik, iktisadi, sosyal, uluslar arası ve diğer konular "din-dışı alan"a çıkarıldığında, Müslüman zihnin modern dünyayı ve buna referans çerçevesi teşkil etmesi beklenen İslam'ın aktığı canlı mecrasını anlaması ve anlamlandırması mümkün olmuyor. Bununla ilişkili olarak Hıristiyan ilahiyatın temel uğraş konuları ile bu konular etrafında sosyal bilimlerdeki tartışmalar İslam içine taşınıyor. Bu önce paradigmatik olarak İslam'ın Hıristiyanlaştırılması, ardından dil ve yöntem üzerinden dinin sekülerleştirilmesi gibi sonuçlara yol açmaktadır.