Hakperestliğin ölçüsü nedir? Hak karşı tarafta da tecelli etse gocunmadan, komplekse girmeden kabulüdür. Hakikatın tarafı yoktur. Veya asabiyeti olmayan tek meslek; ona meslek denebilirse hakikat mesleğidir. İnsanoğlu hakikatı bulmakla ve ona tabi ve uymakla yükümlü ve mükelleftir. Hakikat hiçbir mesleğin tekelinde olmamakla birlikte bazen kalıplar içinde göründüğünden hakiikat kalıp, hizip, parti vesair suretinde görünür veya öyle zannedilmiştir. Halbuki hakikat hiçbir hizbin tekelinde ve kontrolünde değildir. Görüşler onu ihata edemez, o görüşleri ihata eder. İnsanlar, ekoller, akımlar hep o hakikatın hayali peşindedirler. Hakikat Leyla ötekiler hep Mecnun'dur. Bunu en iyi anlayanların başında İmam Gazali gelmektedir. Ama Gazali de hakikat gibi ender anlaşılan şahsiyetler arasındadır. Genellikle Gazali ezber ve kalıplar dairesinde okunuyor.
Hadi Uluengin yine modern Zamanlar serlevhalı köşesinde 'Birinci tahrifat' adı altında Gazali tahrifatıyla meşgul olmuş. Gazali'yi anlayamanların en temel meselesi onu felsefe düşmanı zannetmeleridir. Gazali ne felsefe ne de filozof düşmanıdır. Ama Kant gibi insanın ve düşünenlerin sınırlarını bilmeleri gerektiğini vazetmiş ve onlardan kendilerini tanrılaştırmamalarını istemiş ve buna çağırmıştır. Onunkisi felsefe eleştirisi değil felsefenin mahiyetine ve metoduna yönelik bir eleştiridir. Alem-i şehadetin alem-i gaybı kanatları altına alması girişimine karşı bir uyarıdır. Alem-i şehadetin yani yaşadığımız dünyanın alem-i gayba olan ıttılaı ve onun hakkındaki bilgisi ve dolayısıyla hükmü sınırlı, kusurlu ve kasırdır. Kimi filozoflar ise bu bağa destursuz girmişlerdir. Gazali filozoflara bunu söylemek istemiş ve girdikleri vadide hadlerini bilmelerini öğütlemiştir. Ne de iyi yapmıştır. Yoksa düşünce ve hikmet deryasında onun eline su dökecek filizof bile pek az bulunur. Ondaki ortaya çıkan meknun ve gizli aşk, bilgi aşkı kadar, hakikat aşkıdır da.
Onu ikinci ellerden okuyanlar hiçbir zaman tam olarak anlayamazlar. Bundan dolayı Gazali'nin doğru anlaşılması büyük bir ihtiyaç olarak karşımıza çıkıyor. Uluengin şöyle lyazıyor :" EVET evet, geçmişe dair hayali bir nostaljiya üretir ve de bunu efsaneleştiririrsiniz. Zira biliyorsunuzdur ki, ezici çoğunluk hiçbir zaman "işin derini"ne vakıf değildir! Örneğin, aynı ezici çoğunluk ne o Rüşd’ün Gazali dogmatizmine cevap verdiği "Teháfüt-ül Teháfüt" polemiğindeki boyuttan; ne bizzat Gazali’nin daha sonra kendi dogmatizmi hakkında düştüğü şüpheden haberdardır. Dolayısıyla, siz şimdi fikir de, zikir de tam zıt kutbu hedefliyor olsanız bile, genel bir sloganlanlaştırma ve "pathoslaştırma" ekseninde pekálá, karman çorman ettiğiniz bütün şahsiyet, dönem ve düşünceleri "araçlaştırabilirsiniz". Ve bunu gerçekleştirirken de bilhassa ve bilhassa, bugüne ilişkin hoşnutsuzluğu ve insan benliğinde mevcut "öteki" korkusunu kıyasıya kamçılarsınız..."
***
Elbette Gazali derin iç buhranlar geçirmiştir. Buhransız insan aslında bir yerde boş insandır. O hem hakikat hem de samimiyet buhranı geçirmiştir. Buhranı felsefe veya dogmatizmle alakalı değil hakikatla alakalıdır. Bu anlamda Gazali'ye dogmatizm atfedilemez. O hakikatın televvününe ve dalgalanmasına inanmıştır. Bundan dolayı hakikatı bir zümrenin tekelinde asla görmemiştir. Bu açıdan aşırılığın ilacı İbni Rüşd değil Gazali'dir. Esasen İbni Rüşd de iç helecanları ve buhranları geçirmiştir. Ancak populizm bayağılığı ve fikir sığlığının üstesinden ancak Gazali fikriyatı ve ruhi derinliği gelir. Panzehir o'dur. Gazali öyle bir hakperesttir ki Eş'ari kelamcısı olmasına rağmen sıfatlar meselesinde Mutezile'ye hak verir. Çünkü hak Eş'ariliğin tekelinde değildir. Hakperest olmayan bir Eş'ari için şunu söyler: "Tassaup ehline bir fikri Eş'ari fikri olarak pazarladığında onu hemen kabul eder. Sonra dönüp de onun Mutezile fikri olduğunu söylersen reddeder. Taassup ehline göre doğru olan, söz veya fikir değil onu söyleyendir. Hak ehline göre ise doğru olan kaili değil sözün kendisidir...(Gazali'nin bu tavrı için bak: Hivarat el muasıra, Prof. Muhammed Umara, El Ehram gazetesi 16 Nisan 2007)" Dolayısıyla Gazali'nin anlayışında hakikat mezhep ve meşrep üstüdür ve onların sınırlarını aşar. Günümüzde benzeri bir durumu El Mecelle dergisi yazarlarından Halis Çelebi'nin de başından geçmiştir. Böyle bir tecrübesini aktarırken şunları söyler: "Birgün radikal arkadaşlardan birisiyle sohbet ediyorduk. Kendisine Malik Binnebi'nin sözlerini Seyyid Kutup'un sözleri olarak(kalbederek/değiştirerek) aktardım. Bayıldı ve ne güzel sözler dedi. Ardından bu sözlerin Seyyid Kutup'a değil de Malik Binnebi'ye ait olduğunu söylediğimde kızardı bozardı ve kabullenmek istemedi...." İşte İslam bu tarz davranışlara hakkın yenilmesi yani gamtu'l hak der. Buna, hakkın bastırılması ve örtülmesi denir.
***
Maalesef İslam tarihini bilmeyenler onu yanlış ve yarım okuyorlar. Belki tahrif ediyorlar. Sözgelimi Jan Jacques Russeou'nun bizde çok bilinen bir kelamı vardır. Der ki :" Düşüncene katılmıyorum ama fikir hürriyetini sonuna kadar canım pahasına savunurum..." Herkesin alkışladığı ve alkışlaması gereken bir söz. Ama Russeou'nun sözünü bilmemize rağmen İmamı Şafii'nin şu sözünü bilmeyiz: "İnne reyi sevabun yehtemilu'l hata ve reyi gayri hatau'n yahtemi's sevab/ Görüşüm doğrudur ama yanlışlanabilme ihtimali vardır. Başkasının görüşü yanlıştır ama doğrulanabilme ihtimali vardır..." Objektiflik budur. Bu bağlamda Hasan el Benna'nın : "Anlaştıklarımız noktalarda işbirliği yapalım, anlaşamadıklarımızda birbirimizi mazur görelim" sözü vardır. Demek ki hakikatın meşaleleri hem garpta hem de şarkta yanıyor. Ve zannedildiği gibi Gazali ve benzerleri karanlığın baykuşları değil belki aydınlığın kandilleridir.