CHP Genel Başkan Yardımcısı Hakkı Süha Okay, Şemdinli karakol baskınında sekiz askerin yaşamını yitirmesi üzerine yaptığı açıklamada: “İktidar ülkeyi yönetemez hale geldi” dedi. Muhalefetin iktidarın ülkeyi yönetemez hale geldiğini iddia etmesi, siyaseten anlaşılabilir bir durum. Siyaset böyle bir şey... Seçimlerin yakınlaştığı koşullarda, Türkiye gibi kamplaşmanın yoğun, siyasetin keskin yaşandığı bir ülkede, ‘yönetemiyorsun git’ demek siyaseten meşru sayılır.
Ancak Okay’ın, bu iddiaya dayanak olarak ‘Kürt sorunu’nu kullanması, işe farklı bir boyut katıyor. Çünkü bu sorun ‘kanlı’ bir sorun. Çözümsüzlüğün umutsuzluğunun yayıldığı koşullarda topun ağzına bu ülkenin çocukları konuluyor. ‘Şöyle savaşırız’, ‘böyle hallederiz’ diyenlerin sayısı bir anda artıyor, öfkeli demeçler birbirini kovalıyor.
Böyle konuşanlara öncelikle şunu söyleme hakkına sahibiz: “Sen kimin çocuğunun ölümü üzerinden konuşuyorsun?”
Bu sorunun yalnızca bir iktidar/hükümet sorunu olmadığını da unutmamakta yarar var. Bu sorun bir devlet sorunu, bir devlet psikolojisi sorunu. İktidarı da, muhalefeti de, ordusu da, yargısı da, bürokratı da bir şekilde bunun içine giriyor, konuyu çeşitli biçimlerde etkiliyor, kendi öznel ihtiyaç ve tercihlerine göre süreci şekillendirmeye çalışıyor. Bu son derece hassas ve nazik süreçte, herkesin sorumluluğunu bilerek hareket etmesi ve objektif davranması gerekiyor.
***
Hükümete sorular sormaya devam ediyoruz. ‘Bu konu neden savaş dışında yöntemlerle çözümlenmiyor?’ ‘Bugüne kadar, bunu yalnızca bir terör sorunu olarak görmenin bir çıkar yol olmadığını bildiğiniz halde, çözüm noktasında neden ilerliyemiyorsunuz?’ gibi soruları yıllardan beri sorup bir sonuç alamadığımız bir gerçek. Ama soru sorma enerjisini yitirmemekte yarar var.
Tabii, muhalefet partilerine çeşitli sorular sorma hakkına da sahibiz... ‘Sizin bugüne kadar uygulanan yöntemler dışında nasıl bir çözüm öneriniz var?’, ‘Açılım bir işe yaramadı diyorsunuz. O zaman siz neyi teklif ediyorsunuz?’ Milliyetçiliği kışkırtmaktan, siyasi çözüme karşı çıkmaktan, Kürt kimliği taleplerini en katı şekilde reddetmekten başka nasıl bir yol yöntem biliyorsunuz?’ gibi sorulara, muhalefet partilerinin tatmin edici bir yanıt veremeyeceklerini bilsek de, sorgulamakta ısrar etmeliyiz.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli çözüm olarak ‘Olaganüstü Hal Yasası’nı(OHAL) önerdi. 25 yıldır denenen metotları, başarısızlığı kanıtlanmış siyasetleri kaldığı yerden sürdürmeye yönelik olan bu tür söylemlerin bir siyasi aktöre ‘kariyer’ yaptırma ihtimallerini çok yüksek görmediğimi belirteyim.
Kürt sorunu eski dönemlere oranla çok daha nazik bir evreden geçiyor. Kürtlerin yaşadığı ruhsal kopuş çok büyük bir derinlik kazandı. Azan/azdırılan Türk milliyetçiliği, Kürt milliyetçiliğini körüklemeye devam ediyor. Kürtler, her geçen gün kendilerini batıya daha uzak, daha yabancı hisseder hale geliyorlar. Güneydoğu apayrı bir coğrafyaya ve psikolojik ortama dönüşüyor. Türklerin psikolojisini anlamak da, Kürtlerin psikolojisini anlamak da, giderek zorlaşıyor.
***
‘Açılım’ın çok yerinde ve gerekli bir başlangıç olduğu konusundaki kanaatim hiç değişmedi. Zor olacağı, inişli çıkışlı olacağı en başından beri belliydi. Hükümetin ve iktidar partisinin bu konunun arkasında kararlılıkla durması zorunluydu.
Başlangıçta gerçekten umut veren çıkışlar yapıldı, klasik kalıpları aşan adımlar atıldı. Hükümet ve Başbakan konuyu Meclise taşıdı. Kürt sorunu Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir ‘milli sorun’ olarak ele alındı. Başbakanın bu dönemde yaptığı konuşmalar, ‘analar ağlamasın’ çağrıları, toplumsal algıyı değiştirecek derecede etkileyiciydi.
Ancak hükümet ilk karşılaştığı zorlukta yelkenleri indirdi. Kendi içindeki şahinlere teslim olduğu yönünde yorumlanabilecek adımlar attı. KCK Operasyonları bunun en tipik örneğiydi. DTP’nin kapatılması, Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk’a siyaset yasağı getirilmesi vb. ise, süreci felç edecek düzeyde yıkıcılığa sahip kararlardı.
İşte o noktadan itibaren PKK sahneye çıktı. Kandil, uzun süredir ‘eylemsizlik hali’ diye ifade ettiği durumu, ‘eylemliliğe’ çevirdi. Hangi siyasi ve sosyal şartların PKK’yı harekete geçirdiği konusunda çeşitli değerlendirmeler yapmak mümkün.
PKK’yı tetikleyen en önemli dinamiğin son dönemde Türkiye Kürtlerinde yükselen umutsuzluk olduğu söylenebilir. ‘Açılım’ girişimi bölgede çeşitli beklentiler yaratmış, hatta bölgenin beklenti vizyonunu ciddi oranda genişletmişti. PKK içinde ise iki farklı eğilim oluşmuştu. Bir kesim, ‘çözüm’ü bir imkan olarak görürken, diğer bir kesim de açılımın kendilerini bitirebileceği yönünde bir korkuya kapılmıştı.
***
PKK saldırıları, Türkiye’de statükonun yeniden hareketlendiği, yargının hükümete karşı atağa kalktığı ve can alıcı bir kavgaya giriştiği döneme denk geldi. Bunun tesadüf olmadığını söyleyebiliriz. BDP yöneticilerin açıklamalarından şu sonucu çıkartmak mümkün: AKP hükümetinin ‘köşeye sıkıştırılması’ ve ‘havlu atmaya’ zorlanması, Kürt kimliği üzerinden siyaset yapanların da artık ana hedefi.
BDP’nin de içinde yer aldığı geniş bir muhalefet bloğunun ‘Hükümet ülkeyi yönetemiyor, ne pahasına olursa olsun gitsin’ şeklindeki yaklaşımını giderek daha da sertleştirdiğini görüyoruz. Çok farklı renklerdeki muhalefet güçlerinin bu nokta üzerinde birleştiğini, herkesin elindeki kozları harekete geçirdiğini gözlemliyoruz. Hükümetin giriştiği işlerde başarıya ulaşmasının ne pahasına olursa olsun engellenmesinin amaçlandığını algılayabiliyoruz. Onlara gore her şey mübah; yeter ki, ‘iktidar ülkeyi yönetemez hale getirdi’ mesajı verilebilsin...
***
‘PKK, muhalefet bloğunun kullandığı kozlardan birisi mi? PKK, esas olarak iç muhalefetin bir gücü olarak mı harekete geçti?’ gibi soruları sormaktan çekinmemek gerekiyor.
Bunun yanısıra, yaşanan süreci şu çerçeveden değerlendirmek de mümkün: Türkiye’nin dışarıda geliştirdiği yeni siyasetler, dış politikada yeni imkanlar yaratırken, aynı zamanda bir çok alanda dış siyaset dengelerini zorluyor ve yeni gerginliklere yol açıyor. PKK’nın bu gerginlikleri de bir olanak olarak değerlendirme ihtimali olabilir.
Bütün bunları, komplo teorisi üretmek için değil, tabloyu biraz daha net görmeyi denemek adına anlamaya çalışıyorum.
Kaynak: Radikal