İktidar açığı

Türkiye, siyasal sisteminde fiilen yepyeni bir evreye giriyor. Hızlı işleyen, çabuk karar veren ve kararını icra edebilen bir siyasal iktidarın önü açılıyor. Demokratik siyasal sistem sadece demokratik olmakla kalmıyor, aynı zamanda etkili oluyor.

Bir siyasal iktidarın asıl yeteneği kriz dönemlerinde ortaya çıktığına göre son kriz üzerinden bir sonuca ulaşabiliriz. İmkânları ve fırsatları kullanabilen, zamanında ve etkili karar verebilen bir devlet cihazına sahibiz. Belki birçokları için, son kriz yönetimi üzerinden bu sonuca ulaşmak için henüz erken. Ama sonuçtan, bu sonucu istihsal eden sebeplere varmaya çalışırsak krizin doğru ve yerinde yönetildiği sonucuna varabiliriz. Bu fiili durumdan demokratik siyasal sistemin geleceğine önemli hisseler düşüyor.

Türkiye uzun süre siyasal sistem sorunları yaşadı. Siyasal sistem sorunu derken ilk akla gelenin "rejim sorunu" olması bile, sisteme dair sıkıntılarımızın ne kadar esaslı olduğunu gösteriyordu. Türkiye, bürokratik iktidarla sivil-demokratik iktidar arasında fiili denge ve fren mekanizmaları ile yönetiliyordu. Bu mekanizmalara çelme takma mekanizmaları da diyebiliriz. Güç, ülkeyi asgari düzeyde yönetebilecek düzeyde bile makul ölçüler içinde sivil siyasete emanet edilemiyordu. Çoğu zaman davul ve tokmağın farklı ellerde olduğu bir yönetim çatallaşması uzun cumhuriyet tarihi içinde çok değerli olan zaman ve enerji israfının en önemli sebebi oldu.

1961 Anayasası'nı tek cümle ile özetlemeye kalksak şunu söylememiz gerekir: Halka ve halkın seçtiklerine güvensizlik. Yasama organının senato ve meclis olarak bölünmesi, hükümetin kanun hükmünde kararname çıkartma yetkisinin olmaması ortaya yönetilemeyen bir ülke çıkartmıştı. Anayasa mahkemesinin kuruluş amacı, doğrudan seçimle gelenlerin gücünü sınırlamak içindi. 60'lı ve 70'li yıllarda yaşanan sosyal ve siyasal çalkantıların tamamı, yönetim boşluğu içinde büyüdü ve içinden çıkılmaz hale geldi.

Siyasal sistem, yönetme yetkisinin kime ait olduğuna dair bir prensibin üzerinde yükselir. Bu prensip yönetimin halka dayanmasıdır. Yapmanız gereken bu prensipten hata yapmayan, çabuk ve doğru karar veren, süratli ve çevik hareket eden bir yönetim aparatı ortaya çıkartmaktır. Bunun adı hukuka ve akla dayalı yönetimdir. Türkiye uzun yıllar boyunca, demokratik iktidara çok fazla güç teslim etmeme adına böyle bir yönetimin uzağında kalmıştır.

Fiilen, seçim sandığından çıkan koalisyon hükümetlerinin de enerji ve zaman israfına yol açtığı, yaşadığımız tecrübelerle sabit. Türkiye tam 20 yıl sonra tekrar tek başına iktidarda olan bir partinin ikinci dönemini idrak etti. İktidarda kimin olduğundan bağımsız olarak düşünelim: Ortaya istikrarlı ve verimli dönemler çıkmıyor mu? İhracattaki tırmanış, büyüme hızı ve iyimser ekonomik beklentiler bu durumu göstermiyor mu?

Türkiye uzun yıllar kötü yönetildiği için halkına yoksulluk getirdi ve uluslararası alanda itibar kaybetti. Boşa geçen zamanları, heba olan emekleri ve kıt kaynakları da dikkate aldığımızda "iyi yönetim"in ne anlama geldiğini daha iyi anlıyoruz. O zaman etkin ve verimli çalışan bir devlet cihazı ortaya çıkartmak ve bunu kalıcı hale getirmek için kat etmemiz gereken mesafeyi de unutmamalıyız. Türkiye'nin içeriye düzen vermesi, bunun için de her alanda kapsamlı reformlara girişmesi gerekli. En başta da Anayasa reformuna.

Başarılı bir kriz yönetimi sonrasında Türkiye asıl gündemlerine geri dönecek. Bu gündemlerin ilk sırasında Anayasa reformu duruyor. Tecrübelerden dersler çıkartarak bu reform sürecini hızlandırmalı, her köşe bucağı tepeden tırnağa gözden geçirmeliyiz. Önümüzde önemli bir fırsat duruyor. Kalıcı bir "iyi yönetim" için geniş kapsamlı reformlar yapmak.

Türkiye iktidar açığı yaşamadığı bu altın fırsatı bütünüyle kendini yenilemek için kullanmalı.

 
Kaynak: Zaman