İkinci yüzyıldan kalma adam

 

Muhammed Said Ramazan el Buti, selef ve selefilik kavramlarını tartışmış ve selefiliğin bir mezhep veya akım olmadığını bilakis konjonktürel bir dönem ve zaman dilimi olduğunu söylemiştir. Onu mübarek bir zaman dilimi olarak tanımlamıştır.  Ona öykünmek doğru ve isabetli lakin onu başka bir zamana taşımak mümkün ve kabil değildir. Zamanı bir başka zamana klonlamak mümkün olmasa gerek.

Akım değil, zaman dilimidir. Akım olmadığından dolayı bir mezhep ve meşrep de değildir. Dolayısıyla selefilik bir zorlama ve içi boş bir iddiadır. Selefe ittiba elbette makbuldür lakin selefilik diye bir akım ve muayyen bir anlayış yoktur. 'Sahabe uduldür (adildir)' kaziyesi gibi selef-i salihin dönemi de hayırhah bir dönemdir. Selef denilince sahabe, tabiin ve tebe-i tabiin nesilleri akla gelir. Üç zaman diliminin ortak adıdır. Kimi seleficiler mezheplerin uydurma olduğunu ve Ebu Hanife ve akranlarının geride mezhep bırakmadıklarını söylerler. Yine kimileri Mevlana için de onun geride tarikat ve meşrep bırakmadığını söyler. Gerçekten de iradi olarak geride böyle müesses bir nizam ve yol bırakmamışlardır. Lakin talebeler onu müesses bir yol haline getirmişlerdir. Seleficiler bunu tarikat ve mezhepler için söylerken kendilerinin de aynısını yaparak selef-i salihini statik bir anlayış ve çığır haline getirdiklerini göremezler. Sudan Vakıflar eski Bakanı İsam Beşir, el Cezire Kanalında ( Ağustos'un ilk haftası 2009) dört başı mamur bir selefilik tanımı yaptı. Onun tanımı da Muhammed Said Ramazan Buti gibi oldu. Selef-i salihini bir yaşam biçimi olarak tanımlamakla birlikte haklı olarak bir anlayış birliği olarak tanımlamaktan kaçındı. Selef-i salihin birçok anlayışa açık olan bir zaman dilimini ifade etmektedir. Hadis-i şeriflerde de ifade edildiği gibi Peygamberimiz üç asrın hayırhahlığına şahadette bulunmuştur. İsam Beşir bu hayırhahlığın külli mi yoksa umumi mi olduğuna dair tartışmalar olduğunu hatırlatmıştır. Bu sahabenin adaleti gibi bir tartışma konusudur.  Ulema arasında hayırhahlığın umumi olduğunu lakin külli olmadığına dair bir mutabakatın olduğunu savunmuştur. Yani hayırhahlık toptan değil geneldir. Zira imtihan her asırda devam etmektedir ve insanlar arasında tefadul sistemi yani fazilet skalası bulunmaktadır. Herkesin fazileti aynı değildir. Sözgelimi selef döneminde yaşayan Haccac-ı Zalim selef-i salihinden sayılabilir mi? Veya haleften olan Nureddin Zengi pekala bir selef yitiği sayılamaz mı?

*

Eskiler selef ve selefilik yerine başka bir kavram kullanmışlardır. Bakiyyetü's selef. Bu kavramın doğrusudur. Birçok alim 20'inci yüzyılda yaşayan Hindistanlı allame Tehanavi'den 'bakiyettü's selef' yani selef bakiyesi ve artığı bir zat olarak bahsetmişlerdir. Bu gayet yerinde bir ifade ve tabirdir. Yine merhum Mehmet Akif Ersoy güzel hasletleri ve hadis ilmine olan hizmetlerinden dolayı Babanzade Ahmet Naim'i bakiyetü's seleften madut bir zat olarak takdim etmiştir. Kendisi yanlış olsa da Cemal Kutay'ın Bediüzzaman hakkında yazdığı Bir Asr-ı saadet Müslümanı tabiri de bunun gibidir. Zaman zaman 'saklı tarihten yapraklar' gibi ifadelere rastlarız. Bu ifadeler doğrultusunda sadece saklı tarihten yapraklar yoktur aynı zamanda saklı tarihten portreler ve hayatlar da vardır. İşte bunlara geç devrin veya halefin selefi diyoruz. Veya başka bir ifadeyle bakiyyetüs selef. Selefin sonraki dönemlerdeki kırıntıları.

Bunlardan birisi de 20'nci yüzyılın allamelerinden olan ve Muhammed Zahid el Kevseri'nin meşhur talebelerinden Abdulfettah Ebu Gudde'nin deyimiyle ikinci yüzyıldan kalma bir adam olan Muhammed Said Tantavi'dir. Aachen'de ikamet eden ve uzun yıllar Suriye Müslüman Kardeşler kolunun başkanlığını yürütmüş olan İsam Attar'ın kayınpederi olan Ali Tantavi'nin kardeşi olan Muhammed Said Tantavi. O da bakiyyetüs selef tabir edilen zümredendir. Veya başka bir tabirle ikinci yüzyıldan kalma ve saklı tarihten bir yaprak ve portredir.

*

Hicri 1347 yılında Şam'da dünyaya gelen Said Tantavi 80'inin üzerindedir.
Üç yaşında annesini kaybeden Tantavi, çocukluk ve yetişkinlik devresini zor şartlar altında ağabeyi Ali Tantavi'nin yanında geçirir.
 
Hayatını okumaya adayan Tantavi gündüzün olduğu gibi gecenin de önemli bir bölümünü mütalaa ve ibadete hasreder. Birçok şehirde öğrenci, araştırmacı ve hoca olarak bulunan Tantavi ahir ömründe İslam'ın ilk şehri olan Mekke'ye yerleşir. Bu da portreyi tamamlayan bin karedir. Tantavi İslam toplumunda önemli bir yere sahip olan kıyafe ilminin son temsilcilerindendir. Şeyh, insanların vücut yapılarından hareketle karakterlerinin okunmasına ve neseplerinin tespit edilmesine yardımcı olan bu ilim dalında oldukça mahirdir.

O bunun da ötesinde karşılaştığı bazı kişilerin yüzlerinden nereli olduklarını tespit edebilmektedir. Mekke'de mukim Necati Öztürk Hoca'nın naklettiğine göre ilk defa karşılaştığı bir Konyalı'ya "yüzün Mevlana Celaleddin'in diyarından geldiğini söylüyor" demiştir. 

Tantavi, ilmi evliliğe tercih eden "el-ulemau'l-uzzab/bekar alimler" zümresindendir. İmam Azam Ebu Hanife, Ebu Yusuf'a yaptığı vasiyyetinde, önce ilim talep etmesini, sonra helal yoldan mal kazanmasını, bunlar gerçekleştikten sonra evlenmesini telkin etmiştir. Zira aksi bir sıralama kişinin ilim öğrenmesine engel olur. Çağdaş fakihlerden Mehmet Savaş, Tantavi'nin bekarlığı ile alakalı şöyle demektedir: "Mizacı, mizacına uygun bir eş bulamadığından evlenip kimseye eza vermek istememiştir."

Hoca'nın yakın çevresi onu evlendirebilmek için zaman zaman teşebbüslerde bulunmuş; fakat hepsi sonuçsuz ve akim kalmıştır. Necati Öztürk Hoca konu ile alakalı şunları söylemektedir: "Hoca'nın eş seçimi ile alakalı özel şartları vardı; yerde yatacak, yerde yemek yiyecek, dışarıda çalışmayacak gibi. Bir defasında O'nun bütün şartlarını kabul eden bir hanım bulundu. Fakat üniversite mezunu olduğu öğrenilince Hoca vazgeçti."

Bu da herhalde selef kırıntısı olduğunun başka bir alameti olsa gerek!

Bu bahsi, Abdulfettah Ebu Gudde'nin hakkındaki hüsnü tezkiyesiyle kapatalım ki, hitam-ı misk olsun: Muhammed Said Tantavi ikinci ve üçüncü asrın ricalindendir. Lakin akranları ve yaşıtları onu dünyada unutup yollarına devam etmişler ve onu geride bırakmışlardır.