İki Kemaller

Sayın Kemal Kılıçdaroğlu ve Sayın Kemal Anadol’u kastediyorum.

Geçenlerde bir televizyon programında sakin sakin CHP’de yaşanan gelişmeleri tartışırken ikinci Kemal (Anadol) yayına telefonla bağlandı ve konuyla hiç ilişkisi olmayan, ikimizin arasında yaklaşık üç sene önce geçen özel bir telefon konuşmasını anlatmaya başladı.

Anadol ile o telefon konuşmamız o dönemde TBMM’de görüşülen Vakıflar Kanunu ile ilgiliydi; CHP kurmayları (sadece Anadol değil ama özel  bir telefon konuşmasının taraflarını izinsiz olarak yazmak ya da ekranlarda konuşmak bana ayıp geliyor) bu kanuna ağırlıklı olarak Lozan Antlaşması’nın 45. maddesine dayanarak mütekabiliyet
(karşılıklılık) ilkesi adına karşı

çıkıyorlardı.

Benim de bu görüşe karşı çıkış gerekçem azınlık vakıflarının ve yönetim kurulu üyelerinin türk tüzel ve gerçek kişileri olduğu ve türk hukuk kişileri hakkında mütekabiliyet kavramı tanımlanamayacağı, bu kavramın yalnızca yabancılar için geçerli olabileceği, üstelik Lozan Antlaşması’nın 45. maddesini klasik mütekabiliyet olarak okumanın çok yanlış olduğu yönünde idi.

Her kurumun mesela CHP’nin de bir ruhu varsa Anadol, Kılıçdaroğlu ve arkadaşlarının görüşü gerçekten bir Recep Peker ruhu idi.

Bu tartışmalar yaşanırken henüz hain kurşunlara hedef olmamış olan Hrant Dink, CHP’nin bu mütekabiliyet anlayışını müslüman olmayan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını devletin rehine olarak algılaması olarak tanımlamış idi ve gerçekten çok haklı idi; bunu
savunanın da en laikçi CHP olması traji-komik bir durum.

İki gün önce eski dostum Prof. Dr. Ayhan Aktar bana CHP’nin Vakıflar Yasası’nı Anayasa Mahkemesi’ne taşır iken yazdıkları dilekçeyi gönderdi.

Dilekçe CHP TBMM grubu adına Sayın Hakkı Suha Okay, Sayın Kemal Kılıçdaroğlu ve Sayın Kemal Anadol’a ait; başlıkta iki Kemal dememin temel nedeni bu.

Dilekçeyi yüzeysel bir biçimde

gözden geçirdim; yüzeysel diyorum çünkü daha derinlemesine bir incelemeyi midemin kaldıracağından kuşkuluyum.
Görebildiğim kadarıyla 2008 tarihli Vakıflar Kanunu’nun mesela 6. ve 12. maddelerine itiraz yine mütekabiliyet ilkesi temelli.

Sayın Kemal’ler, mütekabiliyet uluslararası hukukun bir kavramıdır, bir devlet kendi vatandaşına, dini ne olursa olsun, mütekabiliyet ilkesini uygulamaya kalkarsa ortada büyük bir devlet skandalı var demektir; söz konusu vakıfların yöneticileri müslüman olmayan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarıdır, vakıflar yabancı vakıf değil, türk hukukuna göre kurulmuş vakıflardır ve bu durumda mütekabiliyetten bahsetmek için ancak Recep Peker’in halefi olmak gerekir.

İlaveten, uluslararası hukuk insan haklarına ilişkin konularda mütekabiliyet kabul etmez (Viyana Sözleşmesi); türk vakıflarının mülkiyet hakları konusu da “par excellence” bir insan hakları konusudur.

Nereden tutarsanız tutun Anayasa Mahkemesi’ne CHP’nin (iki Kemal artı Sayın Okay) verdiği dilekçe lime lime dökülmektedir, her satırı cehalet kokmaktadır, daha da vahimi laikliğe ve yurttaşlık hukukuna büyük bir saldırıdır.

Anayasa Mahkemesi muhtemelen bugün (Perşembe) bu itirazı değerlendirecektir.

Sonucu gerçekten merak ediyorum.

Kemal Anadol’u çok ciddiye almıyorum ama CHP Başkanı olan Kemal Kılıçdaroğlu bu dilekçenin arkasında durmayı sürdürecek ise ortada gerçekten CHP için çok vahim bir durum var demektir.

Lozan’ın 45. maddesini okuyup buradan mütekabiliyet çıkarmış olmak aslında en vahim yanlışlık; aynı metnin 44. maddesi anlaşmazlık durumunda ne yapılacağını (Lahey Adalet Divanı’na gitmek) açık açık yazıyor.

İki Kemal’lerin tutarlı olabilmesi için azınlık vatandaşlarımızı, aynen Yargıtay gibi (1975) “yabancı” telakki etmeleri şart.

Yoksa öyle mi?

Kaynak: Star