Belki bakışlarındaki iyiliğe imanın ışığı yüzünden ki ona “masumiyet” de diyebiliriz, Rachel Corrie ile Esma’yı birbirine benzetiyorum. İkisi de hayatlarının baharında yeryüzünün mazlumlarına direniş örneği oldular. Corrie’nin ismi Filistin direnişiyle sembolleşti. Esma ise Arap hareketlerinin baharını donduran bir darbenin zulmünü anlatmaya devam ediyor, gülen gözleriyle.
Kunut için Allah’a açılan eller elbet çare ummaya çözümü düşünmeye devam ediyor, ümitsizlik mümine yakışmaz.
Geçtiğimiz Cumartesi gecesi Esma’nın tebessümü Bebek’teki Mısır Başkonsolosluğu’nun ön cephesinden yakamozlar misali Boğaz’ın sularını aydınlattı; şahit olduk. Bildik sloganlara ve klişelere sığınmayan bir eylemdi. İhvan’ın lideri Bedii’nin kalp krizi geçirdiği konuşuluyordu. Biz tekneyle ilerlerken Boğaz mekânlarının sakinlerinden desteğini iletenler oldu. Hafızalarda iz bırakacak hüzünlü eylemin mimarları, Sivil Dayanışma Platformu (SDP) ile Darbeye Hayır Koalisyonu teşekkürü hak ediyor.
Allah rızası için yapılan maddi ya da manevi her iyiliğin sadaka olduğu söylenir. Bana öyle geliyor ki her sadaka öncelikle yardım uzatan eli iyileştiriyor, güzelleştiriyor. Ancak tebessümü esirgemeyen yüzün iyiliği kalplere ulaşır ve benlikleri örselemeyen bir kabulle karşılanır. Karşındaki Müslüman kardeşin veya desteğine ihtiyaç duyan herhangi bir insan; yolunu kaybeden kişi ise meçhul biri, samimi ilginle onu dünyana katıyorsun.
Sosyalist bir düşünür, kadim okurum Tosun Köksal Esma’nın şehadetinden sonraki günlerde bana şunları yazdı: “Günlerdir azalmayan, artan bir acı var içimde. Bugün tek yapabileceğim şey, o güzel fotoğrafa, onun nurlu yüzüne bakmak, bakmak. Babasının o güzel mektubunu okumak, okumak…”
Tosun Köksal kendi ifadesiyle “inançsız” olduğu halde, müteveffa eşinin ahiret gibi bir yerde Esma ile buluştuğuna ve ona “kızım” diye sarıldığına inanmak istiyor. Kim bilebilir aslında yüreğe değen kıvılcımın rahmani bağış olup olmadığını…
Esma’nın Facebook’da paylaştığı şiiri hatırlıyor musunuz?
Onlar bizi Vetir’de namaz kılarken buldular
Kimimizi rükuda, kimimizi secdede vurdular…
Beni Bekr kabilesinin barış anlaşmasını ihlal ederek, Cahiliye dönemindeki bir kan davası uğruna Huzaa kabilesine saldırması üzerine, Huzaa Kabilesi lideri Amr bin Salim’in Hz. Muhammed (sav)’dan yardım istediği şiirden iki mısra bu.
Esma bir yanıyla mukallit olmakla yetinmeyen her Müslüman gibi Asr-ı Saadet’in çocuğu; İslam Tarihi’nin sayfalarıyla adım atıyor meydana. Onu okurken ilk öykülerimden biri, “Alnındaki Işığın” düşüyor aklıma. Bir insanın bütün bir hayatı belki de kendisine bağışlanmış o ışığı koruma ve işte o ışıkla karanlıkları aydınlatma sınavından ibaret. (Düşünceli) tebessüm, o ışığı taşıyor olmanın bir diğer göstergesi gibi gelir bana. Ben o ışığı, o tebessümü daha önce Rachel’de de görmüştüm.
Kabuktan itibaren olmayan neşe, plastik olmayan tebessüm… Ne müphem ne de taşkın; ölçüsü ruhun derinliklerinden geliyor.
“Rachel’in aştığı duvar” başlıklı yazımda şöyle yazmışım birkaç yıl önce: “Fotoğraflarına bakıyorum: Neşeli, dünyaya gülen gözlerle bakan hoş bir genç kızmış Rachel. En zor şartlar altında bile neşesini koruyor ve etrafındaki insanları da neşelendirmeye çalışıyormuş.”
İki genç kız da iyi biliyordu: Modern dünyanın bize bellettiği mutluluk, bencil olmayı gerektiren yalıtımlarla oluşmaktadır. Yalıtıma karşı kaynaşma, postmodern “uygar kayıtsızlık” sendromuna karşı ilgi hatta ihtimamı ayakta tutan bir hayat ufkunu, dünya görüşünü benimseme… Diğer insanların kaderine ilişkin o samimi ve sonuna kadar gidebilen ilgi ancak bencil olmayan kalplerde yeşerir ve gelişir. Gençliğin masumiyetinin göstergesi olan sorgulamalar ve eylemler, insanlık diye bir olgu varsa eğer, onun güvencesi.
Onlar kimine göre meydanlara çıkmaması gereken zayıf cins, kimine göre dolduruluşa gelen romantik birer eylemci… Pop endüstrisi ürün ve imgeleriyle biçimlenen bir gençliğe özgü isyanların ötesine geçen adımlarıyla şaşırtıcı geliyorlar kimilerine. Dünya aslında her zaman işte şimdi olduğu gibi zalim olabilir, ama rol yapmazdı. Bu nedenle de simülasyonun, sanal âlemin duvarlarını aşıp yine de kendi yaşıyla başıyla Esma ve Rachel olmak hiç kolay değil.
İçtenlikli bir tebessümün üzerinde çalışılmış bir nutuktan çok daha etkili bir bildiri olduğunu biliyorum. Esma slogan atmakla kalmadı, şiir okudu, meydanda durdu ve tarih yazdı. Hz. Rabia’tül Adeviyye duruşunu, onun adını taşıyan meydana taşıdı tebessümüyle. Rachel çok uzaklardan geldi Gazze’ye, bunun için çevresini ikna etmesi gerekti. Tasarlanmış bir yolculuktu. Her ihtimal hesaba katılmıştı.
Dünya her zaman güllük gülistanlık değil, surat asmanın hakkımız olduğuna inandığımız dönemlerden geçeriz; ola ki inceden bir gülüş dahi, etrafımızı kuşatan felaketler, tanık olduğumuz acılar yüzünden utandırır bizi ve bazen takva adına gülmekten sakınmaya çağrıldığımızı duymuş da olabiliriz.
Fedakârlık… “Kanaatimce bu hissi tanımayanlar insan olmamışlardır. Onlar toplum ve hükümetin elinde nesneler haline gelmişlerdir” diyor, “Fedakârlık” filminin yönetmeni. Rachel ve Esma’nın yüzünde de gördüğümüz- tebessüm, işte o ruhi kurtuluş yolunu adımlamanın eseri olmalı.
Esma ve Rachel’in yüzlerine bakıyor ve farkına varıyorum: Bir şeyleri yanlış anladığımız muhakkak. Her şey başka türlü olabilir, eksik olan telafi edilebilir, yıkıcı yalnızlık duygusu geri çekilebilir, kırık kalp onarılabilir, yanlış anlama giderilebilir, korkulu eşik aşılabilir. Senden tebessümünü esirgemeyen düşünceli kişi, yolunu kaybettiğini fark ettiğinde elinden tutacak, sözüne kulak verecektir.