İran, Sudan ve Afganistan'daki İslami yönetimlerin sunduğu modeller, -Batı medyası bu tecrübeleri başarısız örnekler olarak gösterip İhvan'ın da aynı çizgide olduğunu iddia etse de- bizim temelde eleştirilecek yönlerinin olduğuna inandığımız ve hatalarını savunmayacağımız modellerdir.
Ancak aynı şekilde bu rejimlere de medya organlarında kendilerini savunma hakkı tanınmadığına işaret etmek gerekir.
Ayrıca Müslüman Kardeşler, Afganistan'da Taliban'ın ve Şii referanslara sahip İran yönetiminin sunmuş olduğu modellerden farklı bir ıslah metodu sunmakta ve farklı görüşlere sahip olmaktadır.
Sudan tecrübesi de aslında benzeri bir arka planına sahip olması dolayısıyla üzerinde durulmayı ve gözden geçirmeyi hak etmektedir. Her ne kadar bu ülkede iş başına gelen İslami hareket yetmişli yıllardan bu yana İhvan'la olan irtibatını koparmışsa da o ya da bu şekilde söz konusu çizgiyi İhvan mektebinin bir devamı olarak saymak gerekir.
Her halükarda İhvan'ın düşmanları, kendileriyle ilgili olarak diğer sol, liberal ve ulusalcı hareketlerin olumsuz örneklerin ve hatalı uygulamaların sorumluluğunu almadıklarını söylediğine göre aynı şeyin İhvan için de geçerli olması gerekir. Farklı ülkelerdeki İslami hareketlerin ya da modellerin yaptıkları hatalardan İhvanın da sorumlu olmaması gerekir. Bu aynı zamanda İhvan'ın bizzat kendi yaptığı hatalardan sorumlu olduğunun kabulü anlamına gelmektedir.
Dikkat çekici olan, İhvan'la ilgili korku yayanların ister sol, ister liberal isterse ulusalcı olsun tamamına yakınının tankların üzerinde iktidara gelmiş olmalarıdır. Bu suçlamalarda bulunanların hiç biri dürüst ve temiz seçimlerle işbaşına gelen insanlar olmamıştır.
Bunu Mısır'daki sosyalist milliyetçi çizgideki Nasırcı akıma, Irak'taki Milliyetçi Sosyalist Baas Partisi'ne, Güney Yemen'deki komünist çizgideki iktidara, Sudan'daki Numeyri rejimine, Cezayir'deki Hevari Bumedyen çizgisine, Libya'daki Kaddafi yönetimine uygulamak mümkündür. Ayrıca Moritanya'daki Veled et Tayi ve Yemen'deki Ali Abdullah Salih yönetimine de uygulayabiliriz.
Aynı şey, liberalizme doğru yol alan ve Amerikan boyunduruğu altına giren, ancak diktatörce yönetiminde hiçbir değişiklik olmayan benzeri Arap yönetimleri için de geçerlidir. Tankların üzerinde gelme hususundaki tespitimiz belki Tunus'un ilk devlet başkanı Burgiba'ya uygulanamayabilir ancak onun halefi Zeynelabidin'in daha sonraki senelerde halka rağmen yönetimi boyunca aynı şeyin geçerli olduğunu söylemek mümkündür.
Saltanat rejimleri ise liberal bir yapı sergilemekte ve İslami hareketlerle özellikle de İhvan'la arasına mesafe koyan bir görünüm arz etmektedir. Bu tür yönetimler, Kuveyt ve Ürdün'de olduğu gibi son derece sınırlı bir çerçevede İhvan'ın varlık ve faaliyetlerine izin vermektedir.
İhvan hakkında korku yayan liberaller, solcular ve milliyetçilerin kendileriyle aynı çizgide olan Arap rejimlerinin son altmış sene içerisindeki uygulamalarını bize anlatmaları, hangisinin insan haklarına, özgürlüklere ve iktidarın barışçıl el değiştirmesine saygı gösterdiğini bize söylemeleri gerekir.
Özgürlükleri bastıran, sahte seçimler düzenleyen, bunları yapmak için istihbarat aygıtları kuran, haksızlık ve yolsuzluk üzerine kurulu yönetimler inşa edenler, İslamcılar ve İhvan hakkında korku yayan farklı ideoloji ve yapılara sahip Arap rejimleridir. Bütün bu rejimler arasındaki ortak özellik, halklarına yabancı olmalarının yanı sıra İhvan-ı Müslimin'e yönelik duydukları düşmanlık ve seçim sandıklarındaki ilk denemede sınavdan çakmakta oluşlarıdır.
Arap rejimleri, özgürlükler hakkında duyduğu endişeler nedeniyle özgürlükleri kaldırmış, İslamcıların iktidarı ele geçireceklerinden duyduğu korku nedeniyle iktidarı gaspetmiş, İslamcıların ilerde muhtemelen yapabilecekleri "zulüm"lerinden duydukları korku nedeniyle yolsuzlukçu ve diktatör rejimler kurmuşlardır.
"Kurban"dan duydukları korku onları onlara daha fazla işkence yapma ve eza etmeye itmekte. Bu tamamen hayali bir şey olmasına rağmen Tunus, Libya ve Mısır'da uygulandığını, aynı tezlerin aydınlar, gazeteciler, uzmanlar ve akademisyenler arasında nasıl taraftar bulduğunu, bunu teorileştirmeye nasıl gönüllü olduklarını gördük.
Liberal, solcu ve ulusalcı parti ve hareketlerin önemli bir bölümünün kendi liderliklerini üyelerine ve yandaşlarına nasıl diktatörce dayattıklarına, içten içe çürümüş bir tarihsel liderlik oluşturduklarına ve bu yüzden kendi siyasi yapılarını da kendileriyle birlikte çürüttüklerine şahit olduk. Bu liderlerin kendi partilerinin üyelerine karşı de benzeri uzaklaştırma politikaları uyguladıklarına, parti tabanının iradesini gasp etme ve parti içindeki seçimleri de yok ettiklerine işaret etmek gerekir.
Sıradan objektif ve bilimsel bir karşılaştırma, -her ne kadar içe dönük sorunları da olsa- diğer partilerle Müslüman Kardeşler hareketi arasında özellikle de demokratik ve şuraya dayalı bir iç işleyiş biçimine sahip olma noktasındaki farkı ortaya çıkartacaktır. İhvan'ın hemen hemen bütün ülkelerde liderlikle ilgili düzenli olarak her üç ya da dört senede bir yaptığı seçimler bunun en güzel ispatıdır. Tam da bu nokta, onların tabanlarını neden muhafaza edebildiklerini, örgütsel yapıları içerisinde gençlerin neden bu kadar yoğun olarak yer aldığını bizlere gösterir niteliktedir.
İslamcılara muhalif olan diğer akımlar ile resmi yapılar, özgürlüklere düşman olduğu iddiasıyla İhvan hakkında korku yaymakta, demokrasiyi kendilerine ait yeni devleti inşa etmek için bir araç olarak kullanarak din adına insanlara zulmedeceklerini iddia etmektedirler.
Tabii ki halkın İslamcılar ve İhvan'dan bu konulara ilişkin düşüncelerini paylaşmalarını talep etmeleri en doğal haklarıdır. Ancak uygulamaya baktığımızda dikkat çekici nokta, kendileri istedikleri gibi İhvan'a saldırır ve suçlamalarda bulunurken bu harekete kendini savunma hakkı dahi tanınmamasıdır.
Kasıtlı olarak insanların kafası karıştırılmakta ve sanki sosyalizm, ulusalcılık, liberalizm ile özgürlükler ve insan hakları arasında birebir bir bağ varmış ya da İslami devlet konsepti demokrasiye, özgürlüklere ve özellikle de kadın haklarına karşıtmış izlenimi yaratılmaktadır.
İhvan ve genel olarak İslamcılar, bu karıştırmayı reddettiler, zira onlar İslamcı tezlerin, ezici çoğunluğu İslam'ı seçen halkların (ümmetin) iradesine karşı verilmiş gerçek anlamda olumlu bir cevap teşkil ettiğini, bu ümmetin medeniyet mirası ve kültürüyle uyum içerisinde olduğunu, yeni bir inşa ve gelişme sürecinde, insanı ve vatanı özgürleştirme operasyonunda halkı harekete geçirebilecek en güçlü tez olduğunu dile getirmektedirler.
İslamcıların iktidar etme biçimlerinin, belirli bir fikri ve akaidi çerçeveden hareket etmeleri ve Batılı tezlere yönelik eleştiriler getirmeleri nedeniyle Batı dünyasında hakim olan demokratik tezlerle uyum içerisinde olmadığı doğrudur. Zira İslami hareketin teorisyenlerine göre, komünizm uygunsuzluğunu ortaya koyarken kapitalizm ise açgözlülüğünü ispat etmiş, gerek aile gerekse kadın konusundaki ahlaki tutumu tam bir çöküşü ve Allah'ın (c.c.) yeryüzünde kullarına biçtiği makul çizgiden sapmayı temsil etmektedir.
Onlara göre ister kraliyet isterse başkanlık sistemi olsun, laik demokratik rejimler kendi aralarında da demokrasinin uygulanmasında farklılaşmaktadırlar. Bazıları nispi seçim sistemini esas almakta, bu durum kültürel ve ideolojik şartlara göre farklılık arz etmektedir.
Batılı demokrasilerin bir çoğu, iş adamlarının, şirketlerin veya Hıristiyan, Siyonist ve başka benzeri dini grupların oluşturduğu lobilerin baskılarına maruz kalmakta, medya ve diğer güç sahibi oluşumların nüfuzuna açık bir durum arz etmekte, böylece küçük bir azınlık son tahlilde karar alıcı yapılar olarak karşımıza çıkmaktadır.
İslamcılar temiz ve dürüst seçimlerin meşruiyetine inanmakta, iktidarın barışçıl bir şekilde el değiştirmesine onay vermekte, tedrici değişimi kabul etmekte, dinde zorlamaya karşı çıkmaktadırlar. Ama bununla birlikte serbest seçimlerle iktidara gelip halkın oylarının çoğunluğunu aldıklarında, kendi programlarını uygulanmanın en doğal hakları olduğunu düşünmekte, herkesin halkın iradesine saygı göstermek zorunda olduğunu ifade etmektedirler.
Diğer taraftan ise hiç de masum olmayan bir şekilde İhvan'la tekfirci ve aşırılık yanlısı hareketler arasında bir bağ kurulmaktadır.
İhvan'a yöneltilen suçlama, (İhvan mütefekkirlerinin tekfirci ve aşırılıkçı hareketler hakkında yazdığı eserlerde bu hareketlerin insanların kanını mübah gören anlayışa şiddetle karşı çıkmasına ve onların içinde bulundukları aşırılığı eleştirmiş olmalarına rağmen) İhvan'a halen bu hareketlere sempatiyle baktığı ya da bu hareketlerin içinden çıkmış olduğu yönünde suçlama yöneltilmektedir. Nitekim, Hasan el Benna, Abdülkadir Udeh, Mustafa Sibai, Abdülkerim Zeydan, Yusuf el Kardavi, Raşit el Gannuşi, Fethi Yeken ve Faysal Mevlevi bu isimler arasındadır. İhvan düşmanlarının, marjinal düşüncelerin sorumluluğunu ihvan'a yükleme noktasında garip bir ısrarları vardır.
İhvan, yetmişli yıllardan bu yana "Tekfir ve'l Hicre Cemaati"ne karşı en net duruşu sergilemiş hareketlerden biri olmasına ve Irak'ta el Kaide'nin gerçekleştirdiği patlamaların ve silahlı saldırıların en büyük kurbanı olmasına rağmen, bazıları İhvan'ı hala aşırılık ve terörle suçlamaya devam etmektedir.
Akıl, nasıl ki Hıristiyanlığın Haçlıların yaptıkları çirkin işlerden, engizisyon mahkemesinin uygulamalarından sorumlu olmadığını söylüyorsa, gerçek İslam'ın da kendi adına ortaya çıkmış Mutezile, Karmatiler, Haricilir ve Cehmiler gibi bütün fırkalardan sorumlu olmadığını ortaya koymaktadır.
Fransız devriminin özünü oluşturan düşünceler, özgürlük adına birbirlerini boğazlamış olan liderlerinden zorunlu olarak sorumlu olmadığı gibi, ABD ve İngiltere'deki Batılı demokratik düşünürler, kendi siyasi ve askeri liderlerinin uyguladıkları emperyalist yayılmacılıktan da sorumlu tutulamazlar. Karl Marx, zorunlu olarak Lenin'in, Stalin'in ve Mao'un yaptıklarından mesul değildir.
Aynı ilkeyi İhvan'a uyguladığımızda, İhvan'ın sadece kendisinden sorumlu olduğunu, kendilerinden ayrılmış, pratik ve teori düzeyinde kendilerine muhalefet etmiş, hatta daha da ileri giderek kendilerine savaş ilan etmiş insanların yaptıklarından mesul tutulamayacağını söylememiz gerekir.
Rejimlerin Müslüman Kardeşler Teşkilatıyla bağlantılandırdığı aşırılık yanlısı hareketlerle ilgili sorumluluğun büyük bir bölümü de aslında rejimlere aittir. Batı'yla ittifak halinde olan dolayısıyla da İsrail'le iyi geçinen ve halkıyla savaş halinde olan diktatör rejimler, herhangi bir reform talebi karşısında halkının yüzüne bütün kapıları kapamakta ve iktidarın barışçıl yollardan el değiştirmesine karşı çıkmaktadırlar. Bu durum insanların farklı düzeylerde psikolojik bir açmaza ve müthiş bir ümitsizliğe düşmelerine neden olmaktadır. Sonuç olarak bazen bu, bazı insanları şiddetle karşılık vermelerine ve dengesiz tepkiler vermelerine yol açmaktadır.
Şayet bu rejimler, soylu ve asil bir ortam oluşturabilseler, belki de aşırılık diye bir şey kalmayacak en azından aşırılığın dayandığı gerekçeler berhava olacaktır. Öte yandan, İslamcılar ve İhvan mensuplarının ezici bir çoğunluğu, mutedil bir çizgiyi ve ortayolu temsil etmektedirler. İdam sehpalarında sallandırılmalarına, çeşitli işkence ve eziyete reva görülmelerine, türlü haksızlıklara maruz kalmalarına rağmen bu çizgilerinden vazgeçmemektedirler.
Belki de Müslüman Kardeşler hareketinin tohumlarını bereketli topraklara serpen Hasan el Benna'nın halefi İhvan Genel Mürşidi Hasan Hudaybi'nin medrese-i Yusufiye'de, soludukları havanın ateşe dönüştüğü zor zamanlarda yazdığı "Yargıç değil Davetçi" adlı kitabında bile İhvan'ın mutedil çizgisine şahit olmak kabildir.
Aslında İhvan hakkında korku yayan bu kesimlerin en önemli sorunu, devlet yönetimiyle ilgili çerçevesi belirli bir programa sahip olmamaları, toplumsal sorunlara çözümler üretememeleridir.
Tabii olarak, insanların İhvan'dan ciddi ve hakiki programlar, tasavvurlar ve görüşler sunmasını beklemeleri en doğal haklarıdır. Ancak İhvan'a yönelik eleştiriler geçmişte kalmış ve modası geçmiş eleştirilerdir. Çeşitli ülkelerdeki İhvan mensubu partilerin programlarını irdeleyenler, katılırlar ya da katılmazlar ama, bu hareketlerin kapsamlı bir programa sahip olduklarını, devlet ve toplumla ilgili bir çok hastalığa tedavi öngördüğünü göreceklerdir.
İhvan, bu geçen yıllar boyunca gerek sendikalarda gerekse üniversitelerdeki güçlü varlığının meyvelerini toplamış, çok farklı alanlarda istihdam ettiği ya da etmelerine vesile olduğu binlerce insanın katılımıyla kendini daha ileri noktalara taşımıştır.
İhvan'ın en çok desteğini alan kesim belki de diğer parti ve hareketlere kıyasla teknokrat kesimidir. Ancak bu teknokratlar, Arap rejimlerinin İslami kesime açtığı savaş nedeniyle diğerlerine tanınan haklardan yararlanamadıklarından aynı çalışma imkanlarına sahip olamamışlardır.
Öte yandan, elli yıldan fazla bir süredir Amerika'nın yeni dostu olduğu savından hareketle ihvan, Amerikan dostu Arap rejimlerinin kurbanı haline getirilmiştir. Son dönemdeki devrimler, değişim sürecinde kendi insanını iktidara taşımış, Amerikan dostu rejimlerin hayatına son vermiş, Amerika'ya ve onun yerli temsilcilerine rağmen iktidara gelmişlerdir.
İhvan'ın İslam'ın mutedil yorumuna inandığı, tedrici değişimi savunduğu, başkalarına düşmanlıkta acele edilmemesi, öncelikli olarak içsel ıslaha önem verilmesi gerektiğini savunmuşlardır ama aynı zamanda Amerika'ya olan karşıtlıklarının bedelini de son elli yılda ödemişlerdir.
Amerikan siyaseti, yeni gelişen bu süreci kendi lehine çevirmeye çalışacak, ihvan'ı evcilleştirmek isteyecek, ancak eninde sonunda İhvan'ın sunmakta olduğu uyanış ve medeniyet projesiyle öyle ya da böyle çarpışacaktır.
Bu durum, İhvan'ın ortaya koyduğu projeye sahip çıkmasıyla ve ondan kesinlikle taviz vermemesiyle, iktidarın tuzaklarına düşmemesiyle yakından ilintili olduğu gibi, ABD'nin siyasetini dayatma çabalarındaki ısrarıyla ve bölge üzerinde iradesini göstermesiyle de ilişkilidir.
Müslüman Kardeşler geliyor!!! Kulağınıza bir Hint filminin başlığı gibi gelebilir..Ancak Arap devrimlerinin yaşandığı şu günlerde bu propaganda artık Pazar bulamayacak bir meta haline gelmiştir. İhvan hakkında korku yaymak artık, hakiki bir kıymet ifade etmemektedir. Artık halkların iradelerine saygı duyulmasının, İhvan'ın iktidarda test edilmesini zamanı gelmiştir. Şayet başarılı olurlarsa dinlerine, vatanlarına ve halklarına hizmet etmiş olurlar..Şayet bu deneyim fiyaskoyla sonuçlanırsa, İhvan taraftarlarının mazlumiyetleri sona erer, eleştirilecek bir durum ortada kalmamış olur.
Ve son olarak, Müslüman Kardeşler Teşkilatı, kendi tutumlarını tavzih etmeyi talep etmekte, kendilerine atılan şüphe ve suçlama çamurlarından temizlenmek istemektedirler. Bırakın kendi tecrübeleri hakkındaki özeleştirilerini yapsın, hataları karşısındaki sorumluluklarını üstlensinler..Herkese kendilerinin melekler olmadıklarını, hakikatin tekelini ellerinde bulundurmadıklarını ifade etsinler..Şu bilinsin ki onlar kesinlikle çoğulculuğa ve farklı düşünenlere saygı gösterecekler, vatanın çıkarlarını şahsi, partisel ve mezhebi çıkarların üstünde tutacak, sunacakları kapsamlı bir uyanış projesi sayesinde slogancılıktan kurtulup ayrıntılı ve ciddi programlar geliştirmeye çalışacaklardır.
İHVANOFOBİ HAKKINDA-1 İÇİN TIKLAYINIZ
Dünya Bülteni için çeviren: Faruk İbrahimoğlu