Bir iki yıl önce Türkiye'de yakından tanınan İhvan mensubu bir isim Türkiye'deki iktidarın İhvan ile ABD arasında arabuluculuk yapmayı teklif ettiğini lakin İhvan yönetiminin buna sıcak bakmadığını söylemişti. Bu değerlendirmeyi veya bilgi notunu bir kenara iliştirmekle birlikte üzerinde de durmamıştım. Ürdün'de Rey gazetesinde yazan Salih Kallab'ın bunu teyit eden bir makale kaleme almış olması konuyu yeniden güncelleştirdi. Yazısında şöyle yazıyor :
"ABD, 11 Eylül felaketinin ardından kendisini, din adına gerçekleştirilen 'tedhiş ortamıyla' mücadele içinde buldu. Washington bu dönemde Mısır'daki Müslüman Kardeşler'le eski bağlarını yenilemeye çalışmıştı. Hedef, dünya genelinde teröre başvuran Kaide ve küçük örgütlerin aşırılığıyla mücadelede Müslüman Kardeşler'le hem muhalefetteyken hem de iktidara geldiğinde işbirliği imkânı bulmaktı.
ABD, Müslüman Kardeşler'in birçok ülkede iktidara gelmesini veya iktidara ortak olmasını kolaylaştırmak için tek bir şart koştu:
Tutumlarını yumuşatması ve totaliterliği bırakması. Fakat Müslüman Kardeşler'in eski ideolojik yaklaşımlarından kurtulamaması bu girişimi başarısız kıldı... ABD bu nedenle Türk halkının ekonomik, toplumsal ve siyasi taleplerini yerine getirebilecek yeni bir siyasal İslam türünün belirmeye başladığı Türkiye'ye yönelmeye hız verdi. Türkiye bölge halkı için de model oluşturuyor, bütün dünyadan kabul görüyordu. "
Sanki makaleden anlaşılan, ABD 11 Eylül sonrasında ılımlı bir İslam türü ve markası üretmek istemiş lakin İhvan işbirliğine yanaşmamıştı ve böylece ılımlı İslam'ı temsil meselesi de Türkiye'de AKP kadrolarına kalmıştı. Lakin, Kallab yazısında bu markayı ABD'nin üretmediğini sadece bundan işbirliği noktasında yararlanmak istediğini savunuyor. Ya da iki tarafın çıkarlarının da bu bağlamda kesiştiğini ifade etmeye çalışıyor.
Müslüman Kardeşler, Mısır rejimiyle inişli çıkışlı ilişkilere sahip. Zaman zaman belirli konularda pazarlık marjı içinde olsalar da Müslüman Kardeşler'in sonuç itibarıyla tamamen yuları rejime kaptırmadığını ve zorunlu olan bir ilişki türünde dahi dikkatli ve ihtiyatlı davrandığını söyleyebiliriz. Sözgelimi, Sedat'la eski arkadaş olmalarına rağmen Ömer Tilmisani eski dostunun tekliflerine ve ayartma usullerine karşı direnmişti. Nasır'dan sonra, Nasirizm temsilcisi olan, devlet içindeki Nasırcı siyasi oligarklarla (merakizi kuva) baş etmek isteyen Sedat, diğer taraftan da üniversitelerde solun egemenliğini kırmak ister. Bundan dolayı Fas'da İkinci Hasan ve Tunus'da Burgiba'nın yaptığını yapar ve İslami kesimlere açılmak ve onlar üzerinden sol ile üniversitelerde denge kurmak için dostu Tilmisani'ye müracaat eder. Müslüman Kardeşler'den üniversitelerde işbirliği beklenmektedir. Lakin Müslüman Kardeşler bu işbirliğine yanaşmazlar. Bunun üzerine devlet dengeci bir hareket üzerinde çalışır ve bunun üzerine Cemaat-ı İslamiye diye yeni bir hareket doğar ve bu hareket 90'lı yıllarda devletin ve rejimin başına bela kesilir.
Dolayısıyla samimiyetsiz zeminde kurulan ilişki türü sonunda tarafların başına bela olmaktadır. Rejim yağmurdan kaçarken doluya tutulmuştur. Türkiye'de de PKK ve Hizbullah bağlamında benzeri iddialar vardır. Ekolojik çevre politikalarında da bu böyledir.
Sözgelimi, Avustralya'da bazı canlı türleriyle mücadele için Latin Amerika veya benzeri yerlerden getirilen yabancı tür canlılar bu ülkedeki eko dengeyi bozmuş ve aksü'l amel meydana getirmiştir.
*
Yeni Asya'nın imtiyaz sahibi Mehmet Kutlular da 12 Eylül'den sonra özellikle cihet-i askeriyeden bazı kesimlerin pazarlık için kapılarını çaldıklarını ve işbirliğine yanaşmayınca kendi önlerini kestiklerini ve bu işe teşne olan başkalarının önünü ise açtıklarını söylemiştir.
Seyyid Kutup ve Hasan el Benna'nın, ABD ve Batı medeniyetiyle alakalı görüşleri oldukça serttir. Bu bağlamda, Hasan el Benna, Bediüzzaman'ın Siyonizm için söylediği gibi ABD ve Batı medeniyeti için 'ene/ego medeniyeti' tabirini kullanır. Yani nefsine ve nefsaniyetine tapınan ve onu put haline getiren bir medeniyet anlayışı ve türü. Ve çeşitli yazı ve belgelerde Batı'yı bir nevi sosyal Darwinist olarak tanımlar. Adeta Hasan el Benna, ABD ruhunu oğul Bush'un yıllar sonra tanımladığı gibi tanımlar. Dünyayı kutuplaştıran ve 'bizimle olanlar ve olmayanlar' şeklinde düşmanca kamplara bölen bir anlayış. Bu bakış açısından dolayı da İngilizler İhvan'ı dost kategorisine sokmazlar ve onunla mücadele etmek için İhvanü'l Müslimin yerine İhvan el Hürriyye kurarlar. Ama bu proje tutmaz. Esasında, Hürriyet Kardeşleri felsefi köken itibarıyla İhvan-ı Safa'ya kadar gideceği gibi aynı zamanda Tahrirü'l mer'e (Kadının Özgürleştirilmesi) kitabının yazarı Kasım Emin'e kadar da uzanır. Onunla da buluşur.
Amerikalıların Irak işgalinden sonra kurdukları ve kalpleri ve zihinleri kazanmaya matuf televizyon kanalına Hürre (özgür kadın) adını takmaları yine tesadüf müdür? Yine bu kanalın özgür kızı veya spikeri olan Suudlu Nadiye Bedir'in 'Ben de kendime dört koca istiyorum!' demesi rastlantı mıdır? Lakin İhvan-ı Hürriyye projesi tutmadığı gibi Hürre Kanalı da tutmaz.
İkinci Dünya Savaşının akabinde bizdeki Komunizmle Mücadele Derneklerinin mantar gibi bitmesi bağlamında Amerikalılar Hasan el Benna'ya da yaklaşırlar ve ona komunizme karşı birlikte mücadele etme teklifinde bulunurlar. Lakin ideolojik nedenlerden dolayı ABD ile İhvan arasında İkinci Dünya Savaşının ardından bir işbirliği imkanı ve ortamı teessüs edemez. Fikri nedenlerden dolayı muvasala imkanı yoktur. Birleşik Arap Cumhuruyeti'nin yıkılmasının ardından Suriye başbakanlığına getirilen Maruf Devalibi de yine benzeri tekliflerle arşılaşır. Ona oğul Bush gibi iki seçenek sunarlar :" Ya komunizm blokuna dahil olursun ya da İsrail ile birlikte bize katılırsın!" Bu teklife karşı Maruf Devalibi 'bunun hiç ortası yok mu?' diye sorunca ona da 'kızıl sarıklı' lakabını takmakta bir beis görmezler.
Yine Afganistan işgalinin ardından Amerikalılar Sedat'a başvururlar ve ondan İslami kesimlere ulaşma noktasında kendilerine yardım etmesini isterler. Amerikalılar Pakistan üzerinden yani dolaylı olarak bazı Mücahid hiziplere ulaştıkları gibi Sedat üzerinden de İhvan'a uzanmak ve ulaşmak isterler ama İhvan, Enver Sedat'ın aracılığıyla gelen teklifi reddeder. İran devrimi nedeniyle biraz da gafil avlanan
Amerikalılar özellikle Carter döneminde rehineler konusunda Arafat'ı devreye sokmak istedikleri gibi İhvan'ın üçüncü Mürşidi Ömer Tilmisani'den de arabuluculuk yapmasını isterler. Sedat'tan müsaade aldıktan sonra Ömer Tilmisani bu niyetini İran tarafına iletir ve İranlılar bu talep karşısında şöyle cevap verirler:
"Ziyaretimize gelmek istiyorsa başımızın üzerine. Buyursun, gelsin. Lakin rehineler konusunda zahmetine değmez..." Bu cevap üzerine ziyaret yatar.
11 Eylül'den sonra ılımlı İslam modelleri üretmek üzere ABD yenidenİhvan'ın kapısını çalar.
Türkiye, Fas ve Bahreyn'de ılımlı İslami çizgideki partiler seçimlere girince ABD siyaset yoluyla İslami kesimlerin terbiye edilebileceğini ve yumuşatılabileceğini düşünür ve Richard Haas da ABD'nin İslami partilere karşı olmadığını ve siyasi sürecin parçası olmalarına bir maniin bulunmadığını duyurur. Rand'a birkaç rapor hazırlayan Neocon ekipten Zalmay Halilzad'ın eşi Cherly Benard da liberal İslami bir anlayışın ve modelin reddedilemeyeceğini savunmuştur. Bu bağlamda, ABD, Mısır İhvanıyla diyalog kapıları aralamaktadır. Lakin buna vakit kalmadan Ocak, 2006 tarihinde Filistin'de seçimler yapılır ve seçimleri Hamas'ın kazanması üzerine fiili anlamda diyaloğun önünü kapanır. Zira, Hamas fikri olarak Müslüman Kardeşler'in Filistin'e bir kolu ve uzantısıdır ve ABD ve müttefiki İsrail, sandıktan çıksa da onu hazmetmekte zorlanmaktadır. Dolayısıyla teorik olarak İslamcılara uzanma çabaları fiiliyatta ve pratikte Gazze duvarlarından geri döner.
Dolayısıyla 2005 ortamında Müslüman Kardeşler Mısır rejimi ile ABD arasındaki sürtüşmeden istifade etse de daha sonrasında yine ABD'nin kefesi rejimden yana kaymış ve İslami kesimlerle ortak zemin arayışı tıkanmıştır. Bununla birlikte, gerek Kuveyt ve gerekse başka ülkelerde Müslüman Kardeşler'in bazı kollarının ABD ile temasta oldukları bilinmektedir. Bununla birlikte Mısır İhvan'ı gibi, Suriye İhvanı da rejimle mücadelesinde ABD'ye güvenmenin ve dayanmanın sağlıklı olmadığı sonucuna varmıştır. Buna mukabil, ABD, Irak işgalinde özellikle bu ülkedeki Şii İslami muhalefetten yararlanmıştır. Keza İhvan'ın Avrupa eski Sözcüsü Kemal Helbavi de AKP ile ABD ilişkilerini işbirliği bağlamında görmekte ve değerlendirmektedir.
Sözümüzü, Umman gazetesi Vatan'da yazan Şevki Hafız'ın bu yöndeki değerlendirmesiyle noktalayalım: "Türkiye İsrail'le askeri koalisyon içine giriyor ve buna karşı bize döner eti, televizyon dizilerindeki aşkları ve 'Kurtlar Vadisi' dizisinin kahramanlıklarını veriyor. Bu durum, aşırılığa ve taşkınlığa kaçmayan, demokrasi ve çoğulculukla uyumlu liberal İslam'ı sunmak için ABD'nin bölgedeki Türk eğilimini desteklediğine işaret ediyor. Yani Avrupa'nın hasta adamı Türkiye sağlığına kavuştu ve bir başka hasta adam olan Arap vatanının mirasının bölüşülmesinde ötekilere ortak oldu. (Umman gazetesi Vatan, 20 Ocak 2010)..."
Bu babı, İhvan'ın 7'inci Mürşidi Muhammed Mehdi Akif'in bir sözüyle bitirelim: " Ben Mübarek'e karşı ABD'den güç devşirmem..." Bu söz yine bir buhranlı dönemde Bediüzzaman tarafından söylenmiş olan "Ben tokadımı Antranik'le beraber Enver'e vurmam" sözlerinin tarih berzahında yeniden yankılanmasından ibarettir.