İflasın dilidir şiddet

Hayatı hayat yapan, varlığın anlamıyla bütünleşmek ve ölümü araya alarak ahiretle dünyayı aynı perspektifle görmek...

Medeniyet de bu anlayışın zamana ve mekana aynı kaygıyı güderek sirayet etmesi... İnsan  ilişkilerinden mimariye, varlık tasavvurundan başlayan yeryüzünü imar, gönülleri ihya çabası...

İslam medeniyeti bir başka medeniyete reaksiyoner olmadan kendini allerjisiz ortaya koyduğu dönemlerde, düşmanının bile güvenini kazanmış ve insanlığın umudu ve ufku olmayı sürdürmüştür.

Ne zaman bir başka medeniyeti taklitle idamei hayat yapmaya kalktı, o zaman kendi olamadığı gibi başkası da olamadı ve cevherken araza döndü.

Hayatı ayrıntıdan bütüne, hikmetle kuran barışın dili günümüzde sertleşmiş, yağmursuz kalmış çatlak toprağa dönmüş.

Ve en önemlisi, ismi barış, kendisi derman olan İslam’ın geldiği aşama, ölmek ve öldürmekten ibaret bir görüntü ile gündeme giriyor.

Katılaşan gönüllerin, pamuğu taşa döndüren var olma arzuları, dostlara acı düşmana memnuniyet vermeyi sürdürüyor. Müslümanlar bu konumlanışla İslam’a ağır yük olmaya devam ettikçe kazanç hanesinde kimlerin olacağı muamma değil.

İslam’da kilise yok derken, yorumun bir kuruma ait olmadığı ve insanın dini, belli bir usul dahilinde yorumlayacağı kast edilir. Neticede Batı tecrübesinde kilise uzun bir mücadele sonucunda devre dışı bırakılmış ve aydınlanma, insanı ihmal eden totaliter bu yapılanmaya reaksiyon olarak ortaya çıktı.

Ezilen insanın, ahireti koparılıp önüne duvar yapılan toplumun, yanlıştan başka bir yanlışa savrulması... Ahireti kiliseyle birlikte hayattan kazıyıp dünyevi sınırlı hakikat anlayışını öne alan Protestanlığın Katolikliğe galebe çalması...

Mesele, kilisenin bir virgülü/ yorumu insana çok görmesiyle başladı.

Günümüzde, çok farklı tezahürle kapımızı çalan "selefi" algının vardığı aşama, kilisenin dondurduğu, tekeline aldığı din sahipliği konumunu andırıyor.

Yorumun tekleştirildiği, tekele alındığı bu algı, farklı bütün yorumlara kapısını kapatmakla kalmıyor, önüne geleni namlu içinden hesaba dahil ediyor. Kardeşlik  yine cihanşumul konumundan meşrep vadisine indiriliyor.

Yok edici şiddetin kollarında gelişen ve her gün yeni bir adla, farklı beldelerden ortaya çıkma temayülü gösteren bu algı, kullanılışlı bir veçheye haiz. Öncelikle ölmeyi ve öldürmeyi çok ucuza ve sürekliliğe, gündelik işlere dönüştürerek İslam’ın algısına hazırlanan kalıpları doğruluyor. İkinci olarak, siyaset üzerinden yapılmak istenip de yapılamayanların uygulanmasında küresel güçlerin işlerinde kolaylık sağlaması.

Başka bir cihetten bakıldığında, dün  şiddetin var edildiği topraklarda bu hareketlerin çıkması da manidar görünüyor. Afganistan, Irak, Orta Afrika uluslararası devlet terörüne uğramış, yeni nesil aşağılanmış ve haksızlığa şahid olmuş, çözümü düşmanın reva gördüğü kalıpta, şiddet diliyle ele almaktan başka çare görmemiş. Bu çaresizliğin önemli payının dağınık ve sorumsuz  İslam dünyasının oluşturduğunu da atlamamak gerek.

Sonuçta, ortaya çıkan/çıkarılan gücün masum olmadığını söylemek meseleyi çözmüyor. İslam’ın şiddet diliyle devreye alındığı, dondurulmuş bir din algısını değiştirmek kolay olmayacağı gibi, gasp edilmiş virgülün reaksiyonu da yeni hatalarla  zuhur edeceği gözden ırak tutulmamalı.

İslam küresel güçlerle yüzleşirken kendi içindeki sapmalarla da hesaplaşarak bütün handikaplarla karşılaşacak güçtedir.

Şükür ki, bu dinin sahibi var!