Ülkemizde devlet yapılanmasının temel normu olan anayasaların bir toplum sözleşmesi olmayıp, birer toplum mühendisliği ürünü olduğu malumdur.
Devlet ile toplum arasındaki problemli ilişkinin ana sebebi mevcut darbe anayasalarıdır. Bu anayasalar devleti ve kurumlarını tepeden tırnağa bir vesayet rejimi olarak tasarlamıştır. Darbe anayasaları, halk iradesi ile işbaşına gelen hükümetleri sivil-asker bürokratik elitlerin ve yüksek yargının vesayeti altına sokan hükümlerle donatılmıştır. Bu hükümler, tek parti döneminde inşa edilen ve bürokrasi ile organik bir bütünlüğe kavuşturulan ulusalcı-sol bir ideolojik iktidara süreklilik kazandırmaya yöneliktir. Darbe dönemlerinin getirdiği normlar ve kurumsal yapılar, ülkemizde, askeri ve sivil bürokrasiye devletin diğer bütün kurumları ve toplum üzerinde yetkiler tanıyan bir vesayet rejimini inşa etmiştir. Bugüne kadar toplum olarak darbelerin ürettiği böyle bir vesayet sisteminin tahakkümü altında yaşadık.
Modern dünyada ideolojik iktidarlar 1960'lı yıllarda tasfiye edilirken, bizde 1960 ve 1980'li yıllarda kendini yenilemiş, özgürlükçü bir görüntü altında devam ettirilmiştir. "Hak ve özgürlükler tanınmıştır....Ama;....... Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Ama........; inanç ve ifade özgürlüğü vardır. Ama.........." şeklindeki hükümler ile, önce evrensel standartlarda hak ve özgürlükleri, hukukun üstünlüğü ve genel ilkelerini tanıyan; arkasından ama....ile başlayan ve bu hükümleri geçersiz kılan, verdiğini hemen geri alan, bütün maddeleri ile ideolojik iktidarı günün şartlarına göre yeniden yapılandıran ve koruyan bir anayasa söz konusudur. Bu anayasa ile ortaya çıkan pratik siyasal yapı ve kurumsal yapı, halk ile sorunludur. Bugün ülkemizde halkı ile sıfır sorunu olan bir siyasal yapı ve siyasal yapı ile sıfır sorunu olan bir halktan bahsetmek mümkün değildir.
Ordu ve yargı neden siyasallaştırılıyor?
İdeolojik iktidarın hüküm sürdüğü bir ülkede, demokrasiden ve insan haklarından, hukukun üstünlüğünden söz etmek mümkün değildir. İdeolojik iktidarın kaçınılmaz bir sonucu olarak, hukuk metinleri de, toplumun diğer üretimleri gibi, sözünü ettiğimiz bu iktidarın çıkarlarını koruyan ve bu çıkarlara yasallık niteliği kazandıran işlevler kazanmaktadır. Çünkü, "ideolojik bir devlette kanun yapma işi teknik-hukuki bir iş olmaktan çok ideolojik bir iştir; yani yasal düzenlemeler teknik gereklere göre değil de, daha ziyade iktidar seçkinlerinin ideolojik tercihlerine göre yapılır." (Prof. Mustafa Erdoğan-Demokrasi Laiklik Resmi İdeoloji. Liberte Yay. 2. Baskı. Ank. S.125) Bu düzenlemeler, özgürlük-güvenlik dengesini sağlayan, tüm yönetim etkinliklerini hukuka uygun hale getiren birer hukuk metinleri değil; belli bir elit iktidarının meşruiyetini ve idamesini sağlayan ideolojik yasalardır. İdeolojik referans, normların ve kurumların işlevini bozmakta, kurumlara ideolojik reflekslerle hareket eden bir yapı kazandırmaktadır. Örneğin, yargı kurumunu, hukuka uygunluk denetimi değil, resmi ideolojiye uygunluk denetimi yapan bir ideolojik aygıta dönüştürmektedir. İdeolojik iktidarın yargıya etkisini eski bir Sovyet başsavcısı şu çarpıcı ifade ile dile getirmiştir: "Hukuk, hakim sınıfın iradesini ifade eden davranış kaidelerinin toplamıdır. Devlet, bu kaideleri hakim sınıfın irade ve menfaatine uygun olarak, sosyal ilişki ve hallerin emniyeti, güçlendirilmesi ve geliştirilmesi uğruna cebren tatbik eden bir işlev kazanmıştır."
Ülkemizde de hukuksal ve politik süreç ideolojik iktidarın ve onu temsil eden kurumların tekeli altına düşmüştür. İdeolojik iktidarın özüne dokunan her değişim, bir iç tehdit unsuru haline gelmiştir. İdeolojik iktidar odakları kendi paradigmalarına aykırı kültürel dinamikleri devre dışı tutmaktadır. Dolayısıyla, halkı, halkın değerlerini, hak ve özgürlüklerini, halk iradesinin politik yansımalarını rejim açısından bir iç tehdit olarak algılatan bir iç güvenlik kültürüne dört elle sarılmıştır. Bu yüzden devlet-toplum ve toplumun değişik kesimleri arasında yabancılaşma ve ötekileştirme ortaya çıkmıştır. Toplumun iletişim ve uzlaşma kanalları olan ortak değerlerin etkisizleşmesi, toplumun değişik kesimlerini yalnızlığa itmiştir. Bu da alt kimlik dayanışmalarını, hatta çatışmalarını beslemektedir. Düzenin sağlanması için de güç kullanmak... Gücü temsil edenlere mahkum olmak tek seçenek halini almıştır... Ordu ideolojik iktidar doğrultusunda bu amaçla siyasallaştırılmıştır. Ordu geçmişte ideolojik iktidara boyun eğmeyi sağlayan silahlı siyasal bir güç olarak kullanılmış ve günümüzde de ideolojik iktidar odaklarınca aynı doğrultuda kullanılmak istenmektedir.
2000'li yıllardan sonra ortaya çıkan darbeci yapılanmalar ve son günlerde terör olaylarının tırmanması, ideolojik iktidarın tekelinde bulunan vesayet sisteminin değiştirilmesine yol açacak iki temel olgu ile açıklanabilir. Birincisi, halk iradesinin yansıması olan demokratik bir iktidarın, ideolojik iktidara karşı güçlü bir muhalefet olarak ortaya çıkması; ikincisi ise, bu demokratik iktidarın önce cumhurbaşkanı seçimini halk iradesine bağlaması ve arkasından da vesayet anayasasını değiştirme ve demokratik açılım girişimleridir. Bu gelişmeler ideolojik iktidar mekanizmalarını ve ondan beslenen ulusalcı Türk ve Kürt odaklarını paniğe sürüklemiş ve harekete geçirmiştir. Aynı cephede birleşmelerinin sebebi budur. Türk ulusalcıları, kendi tahakkümlerinin ürettiği özgürlük-güvenlik ve ekonomik alanlardaki sıkıntıları, demokratik iktidara yükleyerek kendi ideolojik iktidarını sürdürmeye çalışmakta; Kürt ulusalcıları ise, ideolojik iktidarın baskı ve tahakkümünü devletin baskı ve tahakkümü olarak yutturup, Kürt kesim ile devletin bağını koparmaya çalışmaktadır. Demokratik iktidarın merkezi kurumu olan meclis, içeriden ideolojik iktidar yanında kendini konumlandıran siyasi partilerle, dışarıdan ise iktidarın ideolojik aygıtı işlevi kazandırılan kurumsal mekanizmalarla kuşatılmış bulunmaktadır. Görülüyor ki, ideolojik iktidar güçleri bu değişikliğe karşı topyekün bir direnişe geçmiştir. Bu değişimi baltalamak için terörü tırmandırmışlar, hukukî ve siyasî blokajlarla statükoyu tahkim etmeye başlamışlardır. Bu nedenle, meclis çoğunluğu, iktidar işlevinden çok, evvelden beri kurulu olan müesses ideolojik iktidara muhalefet işlevi görmektedir.
Referandumun sembolik anlamı
Anayasa değişikliği paketi, ideolojik iktidarın yerini demokratik iktidara terk etmesi yolunda atılmış küçük bir adımdır. Ancak bu küçük adımda dahi, ideolojik iktidarın özüne dokunan hükümler gerilim noktalarını oluşturmuştur. Vesayet sisteminin meclis ayağı ittifak ederek, milli iradenin kurumsal karşılığı olan TBMM'yi oluşturan siyasî partilerin kapatılmasını zorlaştıran maddeyi daha pakete dahi girmeden bertaraf etmiştir. Vesayet sisteminin bürokrasi ayağı ise, yargı vesayetine dokunan maddeleri ortadan kaldırmıştır.
Özellikle 2000'li yıllardan itibaren tırmanan ve son günlerde yeniden canlanan olaylar, ülkemizde yaşanan eksen kaymasının gerilimlerinden ibarettir. Toplum önemli oranda ideolojik iktidarı temsil edenlerin kendilerini temsil etmediğini daha net olarak anlamaya, bunlara desteğini çekerek, demokratik iktidara güç vermeye başlamıştır. Bu da, ülkemizdeki iktidarın ideolojik elit iradesinden, halk iradesi eksenine kaymasına yol açmaktadır. Yıkılan ideolojik iktidardır; devlet değil... Korunan kollanan ideolojik iktidardır. Devlet değil... Bütün boyutları ile bir ideolojik iktidar-demokratik iktidar çatışması yaşıyoruz.
Her şeye rağmen çıkarılabilen anayasa paketi, bazı ideolojik iktidar mekanizmalarının gücünü kısmen kıracak ve demokratik iktidarın önünü açacak bir değişim paketidir. Referandum, ideolojik iktidara dur çekme açısından sembolik bir anlam taşımaktadır.
Kaynak: Zaman