Hem Makyavel hem de İbni Haldun din ve devlet ilişkilerine dair kafa yormuşlardır. Zaman zaman birbirlerine yakın fikirler serdettikleri de görülmüştür. Makyavel dinin toplum yaşamında devletin dolduramadığı yeri ve boşluğu doldurduğuna kanidir. Bu açıdan cumhuriyetlerin azametinin ancak semavi ibadete riayete yani Allah’a ibadete hürmet etmesine, göstermesine bağlı olduğunu beyan etmektedir. Devlet dine hürmetini kırdığında sonunu da hazırlamış demektir.
Dini ibadetlere ve dini ritüellere olan saygının kırılması veya ihmal edilmesi halinde devletin gerileyeceğini veya çökeceğini haber vermektedir. Allah korkusuna ihtiyaç duyulduğunda ona göre bunun iki anlamı vardır. Ya ülke gerçekten de bataklığa saplanmış ve harap olmuştur, elden gitmiştir ya da prensin korkusu halkın sinelerine yerleşmiş ve hakim olmuştur. Bu korku dinin yerine geçmiş korkudur. Dinin yerini almış korkudur.
Esasında Makyavel’in bu söyledikleri veya tahlili komünizm döneminde yaşanmıştır. Allah ile kullar arasına komünist parti girmiştir. Allah’ın korkusunun yerini ise komünist parti veya gizli polis almıştır. Dolayısıyla Allah korkusundan boşalan yeri, parti veya polis korkusu almış ve doldurmuştur.
Keza çok kötü şöhreti olsa da Makyavel dini ibadetlere veya ritüellere hürmetin kalkması veya ihmali halinde devletin de çökeceğini varsaymıştır. Bu söylediği de aynen Sovyetler Birliği’nde yaşanmıştır. Dinin yerine prens veya devlet veya parti korkusu geçmiş ve yerleşmiştir. Ama bu korku da devletin bekasını sağlayamamıştır ( http://www.factjo.com/pages/artdetails.aspx?id=2196 ).
*
İnsi bir şeytan olarak değerlendirilen Makyavel’in devlet ve toplum içinde dinin yerini objektif kriterlerle tespit ettiğini görebiliyoruz. Hatta Makyavel’in bu yönleriyle alakalı olarak The Guardian gazetesinde seri yazılar kaleme alındı(http://www.guardian.co.uk/ commentisfree/2012/ apr/16/machiavelli-the-prince-benevolence?INTCMP=SRCH ).
Bir sosyal bilimci ve sosyolog ve tarihçi olarak İbni Haldun da benzeri konulara temas etmiştir. İbni Haldun da Arapların ancak dini hislerle inkıyat altına alınabileceğini söylemiştir. Kimi Yahudiler ‘Araplar ancak sopadan anlar’ dese de İbni Haldun böyle söylemez. Sadece din ile Arap milleti arasındaki ilişkiye temas eder. Dinden başka hiçbir şeyin Arapları kontrol ve teskin etmeye yetmeyeceğini söylemiştir. Bu tespit Arapların karakterini ele vermekte ve ifade etmektedir. Lakin muhtemelen Karl Marks ‘din milletlerin afyonudur’ derken bu durumu murat ve kast etmiş olmalıdır.
Lakin Karl Marks’ın dini bir kontrol aracı olarak görerek onu afyon olarak nitelendirmesi belki kulaklara hoş gelebilir. Bununla birlikte aynen Makyavel’in dediği gibi dini hissi kaldırdığınızda insanları yönetemez hale gelirsiniz. Nitekim bu nedenle SSCB uzun ömürlü olmamıştır. İnsanları materyalist ve maddiyyun mezhebi üzerinden devlete bağlamak mümkün değildir ve SSCB deneyimiyle bunun mümkün olmadığı da görülmüştür.
*
İbni Haldun’un ifadesiyle, insanlar dine mecbul ve hatta mecbur olarak yaratılmışlardır. İbni Haldun gibi Bediüzzaman da bunu şarka hasreder. Lakin Makyevel’in yazdıklarından anlıyoruz ki bu gerçek sadece şarka özgü veya mahsus değildir. Bütün insanlığın ortak kaderidir. Bediüzzaman bu hususta şöyle der:
"İçimizde kalplere hâkim, hiss-i dinîdir. Kader-i Ezelî ekser enbiyayı Şark'ta göndermesi işaret ediyor ki; yalnız hiss-i dinî Şark'ı uyandırır, terakkiye sevkeder. Asr-ı Saadet ve Tâbiîn, bunun bir bürhan-ı kat'îsidir."
Nitekim Hucurat Suresi yedinci ayetinden hissi dininin bir hilkat meselesi olduğu öğreniyoruz. Cenab-ı Hakkın bunu insanların gönüllerine yerleştirdiğini de öğreniyoruz. “Allah, size îmânı sevdirdi ve onu kalplerinizde süsledi. Küfrü, fıskı ve isyanı size kerih gösterdi. İşte onlar, istikamet sahibi olanlardır…”