ABD'de verdiği kararlardan dolayı ülkemizde de tartışmalı bir konumda bulunan eski başsavcı Preet Bharara, bu kez Washington Post gazetesinde, Trump'un son siyasi kararlarına yönelik bir yazı kaleme aldı. ABD'de hukuk-siyaset ilişkisine dair geçmişten bugüne çarpıcı örnekler sunan bu yazıyı, Amerika'da hukuk sisteminin işleyiş prosedürüne dair fikir vermesi açısından tercüme ettik.
***
Senato alt komitesinin baş hukuk müşaviri olarak görülmesine yardımcı olduğum en zor duruşma, 10 yıl önce bir Pazartesi günü, George W. Bush yönetimi altında dönemin başsavcı vekili olan James B. Comey, kendisinin ve FBI Direktörü Robert Mueller’in, hastanede başsavcı John Ashcroft’a nasıl müdahale ettiklerini anlattıkları duruşmaydı.
Bu karşılaşma 2004 yılında, Beyaz Saray Özel Kalemi Andrew H. Card Jr. ve Hukuk Müşaviri Alberto R. Gonzales’in, Comey’nin ve Mueller’in gizli bir terörist izleme programına legal itirazlarını hükümsüz bırakmaya kalkışmasından sonra gerçekleşmişti. Beyaz Saray her şeye karşın yol almak için hasta yatağındaki Ashcroft’un onayını gözetirken Comey istifaya hazırlanıyordu. Ancak nihayetinde Comey ve Mueller’in dediği oldu.
Jim Comey bir zamanlar benim patronumdu ve hâlâ arkadaşım. Ona kızgın olan birçok kişi biliyorum. O, farklı zamanlarda insanların hem hayal kırıklığına hem de öfkesine sebep oldu ve o insanların bir kısmının haklı yanları vardı. Fakat onun geçmişteki duruşmada verdiği o ifadenin üzüntü verici yıldönümünde diyebilirim ki bir başkana hayır deme cesaretine sahip böyle bir adamı tanımaktan gurur duyuyorum.
Ayrıca şu andaki kargaşa içerisinde yaşanan çatışmada, belki de en çok cevabından korktuğumuz soruyu akla getiriyor: Hâlâ başkana hayır demeye hazır kamu görevlileri var mı?
Şimdi bir kez daha adaletin siyasete alet olup olamayacağını ve ülkenin liderinin yargı bağımsızlığına ve hukukun üstünlüğüne dair en temel prensipleri anlayıp anlamadığını merak eden bir ülke olarak, 10 yıl önce aniden ve pek açıklanmadan Adalet Bakanlığı yüksek yetkililerinin hassas bir soruşturmanın ortasında kovulmasıyla patlak veren bir başka alev fırtınasını hatırlıyorum. 2007’deki bu hadise bir Watergate değildi fakat o bahar mevsiminde Bush yönetiminin açıklanamaz bir şekilde sekizden fazla savcısını kovmasından çıkarılacak dersleri tekrar anmaya değer.
O dönem yapılanlar kamuya yansıdığında, insanlar politikanın müdahalesinden ve soruşturmanın önünü tıkamasından şüphelendiler. Demokratlar bunu en çok açıktan dile getirenler olduysalar da bazı Cumhuriyetçiler de durumu sorguladı. İlk yapılan açıklamaların salt bahaneler olduğu ve Beyaz Saray’ın hikâyeyi açıklığa kavuşturamadığı görülünce karmaşa daha da yoğunlaştı. Kamusal güven zayıfladı ve Kongre durumu sorgulamaya başladı.
Bunun karşılığında Senato, bu kovulmalara ve Adalet Bakanlığının siyasileşmesine dair iki partinin üyelerinin ortak yürüttüğü (evet, iki partiden) bir soruşturma başlattı. Başlangıçta, dönemin başsavcısı, senatörlerin gözünün içine baktı ve ABD savcılarının bir sebeple kovulduğunu söyledi. Halbuki o görevlilerin istenildiği şekilde hizmet ediyor olmasının karşısında bu iddia açıkça yanlıştı. Sonradan öğrendik ki ABD’nin New Mexico savcısı David C. Iglesias, Cumhuriyetçi Senatör Pete V. Domenici’den, siyasi yolsuzluk dosyalarını seçimden önce açması için baskı yapan, uygunsuz bir telefon almasından kısa bir süre sonra kovulmuştu. Yine öğrendik ki Washington’daki Adalet Bakanlığı yetkilileri, göç hakimlerinden stajyerlerin işe alınmasına kadar farklı kariyer pozisyonlarını gözeten savcılara ideolojik turnusol kağıdı mahiyetinde testler uygulamıştı
Nihayetinde, devrimin davul seslerinin ortasında, Bakanlık’taki her yüksek kademe zan altında kaldı. Sonunda, Gonzales’in kendisi istifa etti. Beyaz Saray’ın, Adalet Bakanlığı yetkilileri ile cezai konularda iletişime geçmesini ciddi şekilde sınırlayan katı protokoller kondu. Bakanlığın moraline ve itibarına vurulan darbe hesaplanamayacak büyüklükteydi.
Bu bakımdan, benim için geçen hafta yine bir deja vu oldu. Şu an hukukun üstünlüğüne olan güveni onarmak için üç görünür şey yapılmalı: Birincisi, Kongre’de iki partili bir soruşturmaya ihtiyacımız var. Bu partililik anlamsız demek olmuyor ama sadece olguları tespit etmeye yönelik bir taahhüt ortaya koymak gerekiyor anlamına geliyor. Bu olgular ne olursa olsun, Rusya’nın seçimlerimize müdahale ettiğini veya buna bağlı herhangi bir şeyi kanıtlasın ya da bu iddiaları çürütsün... Kongre kontrol ve denetleme mekanizmasıdır ve zorba bir başkanın, iki ayrı erkin eşit düzeydeki statüsünü hatırlamıyorcasına kendi yolundan gittiği bir dönemden daha çok buna ihtiyaç olamaz.
İkincisi, yeni FBI Direktörü, politik olmayan ve kanun uygulama misyonu hususunda hassas biri olmalı; partizanlığa dair kabarık bir sicile sahip yahut iş başına geçmeden evvel soruşturulmaya devam eden meseleler hakkında yorumlar yapmış biri olmamalı. Maalesef, bu haftasonu kameraların reality-şov tarzında gösterdiği adayların bazıları o kategorilere giriyor. FBI’n morali, hakikatin bulunması ve kamu güveni için bundan daha kötü bir şey düşünemiyorum. FBI, her zamankinden fazla, güçlü ve istikrarlı bir ele ihtiyaç duyuyor ki bu da kariyerinin çoğunu oy için aracılık etmekle, para için yaltaklanmakla ya da partisini ilkelerin önüne koymakla geçirmemiş biri lazım anlamına geliyor.
Son olarak, Rusya’ya dair soruşturmayı izleyecek bağımsız ve tavizsiz bir özel hukuk ekibinin olması çağrısı yapan ortak akla katılıyorum. Comey’nin kovulmasındaki tavra ve buna dair sunulan bahanelere bakılırsa başka da bir yol yok. Şimdi başsavcı vekili olan, eski iş arkadaşım Rod J. Rosenstein, kariyer sahibi, saygın bir savcı ancak Comey’in ani kovulmasını açıklama iddiasındaki tuhaf basın açıklamaları sebebiyle ortaya çıkardığı şüpheleri hak ediyor. Bunu hâlâ düzeltebilir. Böyle bir hamle sadece soruşturmanın bağımsızlığını güvence altına almaz, ayrıca Rosenstein’ın kendi bağımsızlığının da kanıtı olur.
Tarih bu anı yargılayacak. O hâlde bunu hemen yapmak için çok geç değil ve adalet bunu gerektirir.
Kaynak: Preet Bharara/ Washington Post
Çeviren: Deniz Baran