İslami konularda zaman zaman hız duvarını aştığımız ve tanımlara yabancılaştığımız oluyor. Buna dair en çarpıcı misallerden birisi IŞİD mensuplarının kendilerini Medine devletinden daha başarılı görmeleridir. Daha doğrusu ‘İslam devleti’ olarak andıkları yapılarının Hazreti Peygamberin kurmuş olduğu devletten daha hızlı serpildiğini ve yayıldığını söylüyorlar. Bazı Şiiler de Mehdi’nin devletinin veya gücünün, başarısının Hazreti Peygamberin gücünü aşacağını söylüyorlar. Halbuki, burada öncekileri aşan bir şey yok. Zira başarı, bizatihi veya kendi adına değil. Başarı mensubu olduğu referans, değerler adınadır. Temeller üzerine yeni katlar atmaktır. Yeni bina inşa etmek değil.
Hazreti Ömer Kisra’nın hazineleri eline geçtiğinde, Sürake Bin Malik’e geçit töreni yaptırmış ve kendi kendine şöyle söylenmiştir :” Allahım! Sana benden daha sevimli ve kerim olduğu halde bu nimeti Peygamberinden esirgedin. Keza sana benden daha sevimli ve kerim olduğu halde Hazreti Ebubekir’den de esirgedin. Bana nasip kıldın. Allahım! Bu verdiğin nimetin bana bir mekr-i ilahi türü olmasından sana sığınırım (Abdurrahman Refet Paşa, Suverun min Hayati’s Sahabe, s: 450, Daru’n Nefais, Beyrut)…” Böyle diyerekten Hazreti Ömer melamette bulunmuştur. Hazreti Ömer bu tarz zaferlerin kendisi için istidrac olmasından korkmuş, ürkmüş ve zaman zaman münafık olup olmadığını sormuş ve bazen de ‘kral mıyım, halife miyim?’ diye sahabelerden kendisi ve yönetim biçimini değerlendirmelerini istemiştir.
IŞİD ise zaferlerinde Hazreti Peygamber ve dönemini geçtiğini vehmediyor. Bu noktada Eric Hoffer’in ifadesiyle Hazreti Ömer gibi mütereddit durmuyorlar bilakis kesin inançlılar. Hazreti Ömer İmam-ı Gazali’nin ifadesiyle kendi hakkında şüphe tohumları taşıyor. Buna pozitif şüphe denebilir. İnsanın kendisini sorgulaması da hareketlerinde kontrollü ve dengeli olmasını sağlar. Bu da insanı kabalıklardan korur. Kemiyeten geçseler bile keyfiyeten bir midirler? Sera ile Süreyya yani gök ile yer bir olabilir mi? Gelin görün ki IŞİD mensupları Hazreti Peygamberi geçtiklerini düşünüyor ve bunu ilan etmekten de çekinmiyorlar.
İlk defa buna dair örnekleri okuduğum Irak merkezli Ceyşül Mücahidin örgütünün şer-i rehberlerinden ve Ebubekir Bağdadi’nin hocalarından Ebu Abdullah Muhammed Mansur ‘ed Devletü’l İslamiyye: Beyne’l hakikati ve’l vehm /Algı ile Gerçek Arasında İslam Devleti’ adlı kitabında bu kabalıklarına dair bol örnekler serdetmektedir. Saddam İslam Üniversitesi mezunu olan Bağdadi’nin tecvide dair birkaç araştırmasının dışında ilmi ve şer’i bir müktesebatı olmadığını ifade eden Ebu Abdullah Muhammed Mansur söz konusu kitabında Bağdadi ve tabilerinin hadlerini aşarak Hazreti Peygamberi hafife aldıklarını ve kendilerini ise dev aynasında gördüklerini ifade etmiştir. Bu tarz ve hareket, Hazreti Peygambere (S.A.V.) ‘bu taksimatta Allah’ın rızası gözetilmedi, adaleti gözet!’ diyen Zülhuvaysire et Temimi’nin anlayışını yansıtmaktadır. Onun hal ve harekatının çağdaş bir versiyonu, izdüşümüdür.
‘Devletü’l İslamiyye: Beyne’l hakikati ve’l vehm /Algı ile Gerçek Arasında İslam Devleti’ kitabında anlatılan örnekler başka kaynaklarca da doğrulanmaktadır. Guta bölgesinde IŞİD fikriyatı taşıyan ve onların mesleğini ihtiyar eden bir cuma hatibi hutbesinde aynen ve sarahaten şöyle demektedir : ”Hazreti Peygamber yaşasaydı bize katılırdı (http://www.akhbarak. net/news/2015/02/17/ 5919726/articles/17767507) …”
Onlar zahmet edip Hazreti Peygambere katılmıyorlar ama adresi tersine çevirerek Hazreti Peygamberi kendilerine katıyorlar. Allah insanı şaşırtmasın. Esasında bu, merhum Aytunç Altındal’ın bir ifadesini hatırlattı. Hazreti İsa bedenlenip aramıza dönse ve Vatikan’a hizmet için müracaat etse; kendisini süpürgeci bile yapmazlardı! Bazen adını kurucularından alan yapılar kurucularına yabancılaşıyor, zamanla adlarına inşa edilen kurumlarda esameleri bile okunmuyor!