Himaye rejimine doğru!

İslam alemi Arapların ‘münataf’ dedikleri ilginç bir dönemeçten geçiyor. Hem de çok hızlı bir biçimde. Maalesef bu dönemeçte İslam aleminin çökmesi ihtimali de var. Türkiye her ne kadar farklı bir örneği temsil ve teşkil etse de her yerde bir çürüme var. Mısır’da İskenderiye’de Azizler Kilisesi’nde meydana gelen olay yeni bir kötümserlik kaynağı olmuştur. Mesele Kıptiler değil Kıptiler üzerinden Mısır üzerine siyasi mühendislik yapılmasıdır. 

Mübarek gibi kifayetsiz muhterisler ülkeyi gider ayak uçurumun kenarına getirdi. Zorla ve zorlama ile oğlu Cemal’i yerine geçirmek istiyor ve buna karşı herkes homurdanıyor. ‘Mübarek’i bunca yıl çektik ve sırtımızda taşıdık, bari öldükten sonra olsun mirasından ve ailesinden kurtulsak’ diye iç geçiriyor ve serzenişte bulunuyorlar.

Bunu hem Batılılar biliyor hem de Mısırlılar fısıltı halinde kendi aralarında konuşuyorlar. Maalesef bizde çok söylendiği gibi Mübarek’in de alternatifi yok. Hoş olsa da başını çıkaranı eziyorlar ve doğduğuna pişman ediyorlar. Mısır çok kötü bir noktaya doğru akıyor.

Sözgelimi, bazı Kıptiler uluslararası himaye istiyorlar. Bu yeni bir trende işaret ediyor. Esasında, Osmanlı’yı yıkan hususların başında kapitülasyonlar ve imtiyazlar geliyordu. Bu çerçevede zamanla himaye reiimi oluştu ve şarkta her Hıristiyan topluluğun Batılı bir hamisi oldu. Katolikler ve Maruniler Fransa’ya yaslandılar. Ortodokslar ise Rusya’nın himayesine girdiler ve iş o kadar çirkin hale geldi ki Osmanlı toprakları Hıristiyan ülkelerin av sahası ve Hıristiyan azınlıkların rekabet alanı haline geldi. ‘Kudüs’teki kutsal emanetleri kim koruyacak’ meselesi Kırım Savaşını tetikleyen amiller arasında yerini aldı.

*

Şimdi de sanki böyle bir sürece doğru sürükleniyoruz. Fransa, Mısırlı Kıptilerin himayesini teklif ediyor. İsrail, AB’nin Gazze’nin hamisi olmasını istiyor. Merkel’in Kıbrıs konusundaki açıklamaları da Rum Kesiminin fiilen AB’nin himayesi altında olduğunu gösteriyor. Şark Hıristiyanları neredeyse toptan Batı’nın himayesine talip olmaya başladılar. Bu meyanda tehlikeli talepler var. Sözgelimi, benzeri saldırılara maruz kalan Irak Hıristiyanları korunmak bahanesiyle kendilerine özel bir vilayet tahsis edilmesini istiyorlar. Ondan sonra yapacakları ilk iş ise herhalde Sudanlı Hıristiyanlar gibi bağımsızlık istemek olacaktır. Mısırlı Kıptilerin de benzeri arayışlar ve talepler peşinde oldukları sanılıyor.  Müslümanlar ise tefrikanın cezasını çekiyorlar. Başbakan Erdoğan’ın Kuveyt’te atıfta bulunduğu gibi, merhum Mehmet Akif’in ‘Girmeden tefrika, bir millete düşman giremez. Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez’ sözünün ifade ettiği şekilde, tefrika sayesinde Müslümanlar ecnebilere yem oluyorlar. Buna dair en iyi örnek Lübnan. Bu ülkede 1860 tarihinden itibaren tarih menfi bir surette tekerrür etmektedir. O tarihlerde Dürzilerle Hıristiyanlar arasındaki gerginliğin bedelini bu ülkede kademe kademe nüfuzunu kaybeden Osmanlılar ödemiştir. Bugün ise bu ülkede tefrika Hıristiyanlarla Müslümanlar arasında değil Müslümanların kendi aralarında yaşanmaktadır. Bir tarafta Hizbullah ve onun geniş tabanı olan Şia ile diğer tarafta ise Saad Hariri ve Sünniler var

*

Refik Hariri’nin bulunmayan katilleri meselesi, Hazreti Osman’ın kanlı gömleği gibi Müslümanlar arasında yeni bir kan davasına dönüşmüştür. Dolayısıyla bu ülkede asıl kutuplaşma Marunilerle Müslüman arasında değil genel anlamda Şiilerle Sünniler arasında yaşanmaktadır. Bunun sağlaması şudur: Sünni kesimde ve dilimde Hizbullah’ın popülerliği yüzde 10’u bulmamaktadır. Halbuki Maruniler arasında bu oran daha yüksektir ve en azından yüzde 10 dilimini aşmaktadır. Bunda sanıldığı gibi, hata veya suç tek taraflı değildir. Sünni kesim bazı hususlarda duyarlılığını kaybetmiş ve kayıtsızdır. Buna mukabil, Şii kesim ise sanki davanın mülkiyetini ve tapusunu ele geçirmiş gibidir. Dolayısıyla, Şii kesimin veya Hizbullah’ın bu yaklaşımı Sünni kesimlerde istismar olarak nitelendirilmekte ve aksü’l amel meydana getirmektedir.  Bunun sonucunda iki kesim arasında büyük bir husumet meydana gelmektedir.

Sözgelimi, sanki direniş alanı Hizbullah’ın tekeli arasındadır ve dava üzerinden Hizbulah gibi örgütler de bir dereceye kadar kutsiyet kazanmakta ve bu da diyalog ve tartışma imkanını ortadan kaldırmakta ve tıkanmayı beraberinde getirmektedir.  Lübnan dolayısıyla biganelik ile istismar arasında gidip gelmektedir. Bu da Lübnan’ı Batılıların müdahalesine açık bir alan haline getirmektedir.  Bu suretle Uluslararası Hariri Mahkemesi yeni bir kutuplaşma meselesi haline gelmiş ve ABD ve Fransa meseleyi yeniden kaşımaya başlamışlardır. Bu hususta Kuveyt’te dinlediğimiz Selman Avde kutuplaştırıcı ve zıtlaştırıcı etkisinden dolayı İran’ın konumunu eski Sovyetler Birliği’ne benzetmiştir.  Çözüm bellidir. Bir kesim duyarlılığını artıracak ikinci kesim de istismar ve tekelcilik anlamına gelebilecek hareketlerden kaçınacak ve sakınacaktır.