Hiç değilse üzülelim!

Popüler anlayış görüntüyü kutsar. Yaldızlı, simli kutulara sarar bütün ürünlerini. Kutusu kendinden pahalı sunumlar, simli görüntüler, konfetiler ve yanıp sönen ışıklar; her şey anlık. Tüketimin kurucu hücresinde abartı saklıdır. İmaj, abartının meşrulaştırmış tanımı.

Aklın sakin haline müdahale ile başlar abartı.

Ve hayat tarzına dönüşür.

Fikirler, tanıtımlar, artık üretilmiş ortamlarda sunuluyor. Teknolojinin desteğiyle görünürlüğe çıkan her şey, olduğundan fazla algılanmayı arzuluyor. Pazarlama tekniklerinin hemen her alanda görünürlüğe çıktığı dünyada, kurgulanmış hayatın insan zihnini elinde tutması, değerlerin nesnelleştiğinin bir göstergesi.

Her sunum, aynı zamanda bir başkalaşım.

Doğallığını yitiren her şey, dönüşüme tabii tutulduğunda, bir başka amaca hizmete açılmış olur. Modern hayat, pazar merkezli kurguyla düşünür, tasarlar. Fikirler, hayaller bu değerlendirmenin dışına çıktığı oranda geçersiz sayılır.

Önem atfetme, özne olmanın, merkezde durmanın gereği olarak değer gördüğünde, her şeyin ona kendini kabul ettirmesi, bir norm gibi onayı dayatır. Sonuçta hayatı kuran ve sürdürmeye aday değerlerin pazara sürülmesi, yeni bir enerji telakisiyle kabul görür.

Pazara direnen ne kadar değer varsa merkez algı tarafından arkaik kabul edilmesi, modern algının tüketemediğine karşı tavrını açığa çıkarır.

İnsanın ölümü, Hakikatsiz hayatın olabileceğine dair inancın çıkışıyla gerçekleşti.

Popülizm sahneye aldığı her şeyi önce bütün bağlarından ve bağlamından koparır ve sonuçta yok eder.

Yok etmenin en şedit yöntemi, değersizleştirmedir.

İnsanın her şeye sahip olduğu, ama mutlu olamadığı postmodern zaman diliminde mutluluğun dıştan üretileceğine ve sahiplenme duygusuyla bağlantılı olacağına dair ön kabul, kendi dışında kalan tüm algılara karşı savunmacı tavrını ortaya koymaktan çekinmez.

İslam’a karşı geliştirilen yaklaşımın inananlarca da kabul görmesi endişe vericidir. Dinin gösteriye çıkarılması ve kendini rasyonel çerçevede ifade etmesi istenmesi, ürün muamelesine indirgenmesi anlamına geliyor.

Ulemasını arayan İslam’ın beklentiye durduğu her an acımasız akışa sunduğu bir fırsat olarak ortaya çıkıyor. İslam coğrafyası kendi kanında boğulurken, farklı İslam beldelerinde hiçbir kıpırtı yok.

Sanki dünyada mümin yok!

Nasıl oluyor da "Bir vücudun azaları" olarak nitelenen müminler böylesi sessiz dururken şenlikler düzenleyebiliyorlar. Hem de İslam peygamberini, ümmet birbirini boğazlarken anmak adına nesnelleştiren gösteriler düzenliyorlar.

Eğer Peygamber sağ olsaydı ne yapardı? sorusunu sorarsak, cevap kendiliğinden ortaya çıkar.

Şenliklerden, törenlerden önce, savaşı kesecek sözün ve halin peşinde mücadele vereceği aşikar. Peki, bu çaba yerine, pasta kesme merasimleriyle işlevinden İslam’ı boşaltmış, Hakikatsiz akışa eklemlemiş olmuyor muyuz?

Her şeyin siyasetten beklenmesi, bürokrasiyi din üzerinde söz sahibi kıldı. Sivil alanın tamamen boşaltılması, değer üretemez hale getirilmesi hayra alamet olmasa gerek. Diyanet idari olarak bağlı kaldığı kurumun hatırını korumakta hassas davrandığında İslam’ın tavrını temsil etmiyor.

Eğer bahsedilen yeni Türkiye sivil hayatı denetleme, dini yönlendirmeyi murad ediyorsa, bu durum tek parti döneminin yenilenmesi olarak tezahür edecektir.

Değerleri söze hapsetme adına yapılan bütün çalışmaların, nasıl bir din anlayışı oluşturduğunu, gençler üzerinden anlamaya kalkmadan yapılan yanlışlar fark edilemeyecek.

Tefekkürsüz din kalpte kök salmaz; insanı ihata etmez; toplumsal ihya gerçekleşmez.