Hesaplaşmadan çok anlaşma


En azından son yüz elli yıllık tarihimizde pek çok önemli dönüşümler iç dinamiklerden çok dış etkilerle şekillendi. Memleketin geleceğini şekillendiren, hayatımızı şu veya bu şekilde değiştiren önemli dönüşümlerin hemen hepsinde dış faktör hep öne çıktı. Bu bizim bir şeyler başarma yeteneğimizin olup olmamasından çok kendi başına bırakılamayacak önemde bir yer işgal etmemizden kaynaklanıyor. Dersimiz siyasi tarih değil ama tarih bilmeden ne bugünü ne de geleceği okuyabiliriz.

Yakın geçmişte olup bitenlere bakarak "Türkiye'nin modern tarihi açısından bir dönüm noktası" olarak nitelenen operasyonları anlamaya doğru mesafe kat etmiş oluruz. Görüntü şu, ilk defa orgeneral rütbesinde emekli askerlerden oluşan bir grup zanlıları yargılamak üzere operasyon düzenleniyor. Mahkeme bunları suçlu buluncaya kadar zanlı hükmündeler. Ancak sivil yargı eliyle evlerinden, askeri lojmanlardan alınıp sorgulanmak üzere gözaltında tutuluyorlar. Derinlerde çok ciddi suçlamalar olmasa bu kadar üst düzey görevde bulunmuş askeri bürokrasiden kimse alınamaz. Medyaya yansıdığı kadarıyla darbe yapmak amaçlı bir çeteleşme söz konusu.

Burada akla gelen ilk soru şu; bir hesaplaşma mı yaşanıyor? Bir hesaplaşma varsa bunun tarafları kimler? Kimilerinin hemen balıklama atladığı gibi gerçekte sivil iktidarla askeri bürokrasi arasında bir hesaplaşma mı yaşanıyor? Yani bir yanda kapatılma davası ile boğuşan AKP kendi iktidarını darbeyle devirmek için çeteleşen askeri yapılanmayla mı hesaplaşıyor? Hesaplaşma bir yana bunları adalet önünde hesaba çekiyor? Kestirmeden resmi bu şekilde okumak isteyenlerin hayli fazla olduğu ortada.

Ne var ki görüntü böyle bir imajı beslese de gelişmelerin daha farklı okunması gerekiyor. En azından başka nasıl okunabileceğine dair geçmişin bilgisine de başvurarak çaba harcamalı. Geçmişten kastım çok uzak bir tarih değil. Hatırlarsanız, AKP iktidara geldikten sonra AB sürecine paralel olarak devletin yapılanmasına dair bir takım düzenlemeler yapıldı. Bunlardan en dikkate değer olanı, Milli Güvenlik Kurulu'nun yapısıyla ilgili düzenlemelerdi. Buna göre MGK Genel Sekreterinin sivillerden seçilmesi, toplantı periyodunun aylık olmaktan çıkarılıp iki ayda bir toplanmasına karar verilmesiydi. Bu yeni düzenlemeye bakarak Türkiye'nin demokratikleşmesi hatta sivil iktidarların askeri bürokrasiye söz geçirmesi, hakim olması şeklinde yorumlayanlar bunu hükümetin cesaretine örnek olarak göstermişlerdi.

Aynı dönemde önemli ve dokunulmaz mafya babaları teker teker yakalanıyor, hatta emekli bir paşa yolsuzluk suçlamasıyla yargılanıyordu. Tüm bunların bir "devlet politikası" olarak Avrupa Birliği sürecine dahil olmasının bir sonucu olduğunu göremeyenler emekli bir paşanın neden daha evvel yolsuzluktan yargılanamamış olduğunu sorgulamadı elbette. Keşke AB nedeniyle değil de kendi irademizle suçluları yargılayabilseydik.

Bu açıdan bakılınca bir tarafta apaçık bir hukuku zorlayan bir parti kapatma davası ve "parti kapatmak için suç işlemenin gerekmediği"nin savunulduğu bir hukuk anlayışı diğer tarafta kapatılma davasında savunma veren hükümetin, darbe amaçlı çete kurmaktan suçlanan emekli paşaları gece evlerinden toplatıp yargı önüne çıkaracak irade ve güce sahip olması. Burada bir tuhaflık yok mu sizce?

Olup bitenleri hesaplaşma olarak okunacaksa eğer; Türkiye'de sivil yargı, seçilmiş hükümetler bu kadar güçlüyse bu kapatma davası ne demek oluyor? Kapatılma tehditi "Demokles'in kılıcı gibi" başında sallanan bir hükümet nasıl oluyor da böylesi bir operasyonu gerçekleştirebiliyor? Meclis araştırma komisyonuna bilgi vermek için gelme lüzumunu bile görmeyen asker bürokratlar nasıl oluyor da polis gücüyle toplanabiliyor?

MGK nasıl bir devlet politikası olarak girilen sürecin sonucu olarak, yapısal olmasa bile biçimsel bir değişikliğe tabi tutulabiliyorsa bu operasyonların da hem içerde hem dışarıda kurulan bazı dengeler sonucu gerçekleştirildiğini düşünmemizi gerektirecek çok neden var. Sadece bölgede yaşananlara ve muhtemel gelişmeler karşısında Türkiye'den beklenenlere bir göz atmak yeterli.