Herkes Türkiye için tetikte

 

Türkiye hakkında başörtüsü, din, İslam ve Batı'yla ilgili bütün tartışmaları unutun. Yaşanan kriz demokrasi mücadelesi ve AKP hükümeti kaybederse hepimiz bunun kurbanı olacağız

Türkiye'yi sarsan mevcut siyasi kriz kayıtsız kalınamayacak kadar ciddi ve parti kapatma davasının çok vahim sonuçları olabilir. Türkiye birkaç hafta içinde başbakanı, cumhurbaşkanı ve iktidar partisinden yoksun kalabilir. Yani işleyen bir hükümet kalmayabilir. Meçhul teröristlerce patlatılan bombalarsa bu süreci takip edebilecek şiddetin en son tezahüründen ibaret.
Bugüne kadar Türkiye'deki husumet, devlet kurumlarında başörtüsü giyilip giyilmemesi tartışmasına odaklıydı. Bu meselenin önemli olduğuna kuşku yok. AKP'yi ılımlı İslam'ın serbest piyasaya, ifade özgürlüğüne, Kürtlere yönelik daha adil muameleye ve AB üyeliğine inanan bir hükümet dahilinde çalışabileceğinin memnuniyet verici kanıtı sayanlar olduğu gibi, başörtüsü meselesini esas niyeti ülkeyi İslami bir devlete dönüştürmek olan bir partinin düşen maskesi gibi görenler de var.

Şiddet yanlısı odaklar var
Mesele bu kadar basit veya mantıksal olsaydı keşke. Gerçekte laiklikle din arasındaki çatışma, çok daha derinde ve daha karanlık bir iktidar mücadelesinin tezahürü: Ordu, bürokrasi ve yargının geleneksel güçleriyle yeni kentli zenginler, Anadolu'nun geleneksel
taşralıları ve Batı'ya meyilli teknik sınıflar arasındaki bir mücadele bu.
Cumhurbaşkanı adayının hasımlarının direnişiyle karşılaşması üzerine, AKP erken seçime gitti ve oy oranını ciddi biçimde artırarak tekrar iktidara geldi. O zamandan beri ücadelenin
zemini siyasetten yargıya kaydı.
Bir tarafta ordunun 1960 darbesinden sonra kurduğu Anayasa Mahkemesi'ndeki AKP'ye yönelik kapatma davası var. Diğer taraftaysa İstanbul'daki savcıların açtığı 'Ergenekon' davası var. Emekli generaller, gazeteciler ve akademisyenlerin oluşturduğu bu şaibeli grup, devlet düşmanlarına (büyük ölçüde yazarlar, Kürtler ve siyasetçiler) yönelik bir suikast furyası estirmekle ve mevcut hükümeti devirmek için darbe planlamakla suçlanıyor.
Bundan daha kritik bir manzara bulmak zor. Bizzat devletin geleceğiyle ilgili bir durum bu. Bu yüzden de Türklerin büyük kısmı hâlâ şöyle bir uzlaşmaya varılabileceğini umuyor: Mahkemenin AKP'yi kapatmaması karşılığında Ergenekon savcısı davayı durdursun (Türkiye'de yargının siyasetin etkisinde olmadığına inanmak için epey saf olmak gerek) veya en azından Anayasa Mahkemesi AKP'ye devlet yardımını kesmekle yetinsin.
Sorun şu: Bu oyunun içinde şiddetten yana olan çok güçlü bazı odaklar var. Bir kaos dönemi pekâla ordunun işine gelebilir (bu yüzden de bazıları son bombalarda ordunun parmağı olduğundan kuşkulu). Silahlı kuvvetler 1960'tan beri darbeyle üç seçilmiş hükümeti devirdi ve bunu bir kez daha memnuniyetle yapacaktır. İktidarı alırlarsa
muhalefete ve ifade özgürlüğüne karşı bir baskı kampanyası başlatacaklarıysa neredeyse kesin. Kürtlere karşı da topyekün bir savaş başlatacaklardır.
Fakat Türk toplumu muhtemelen, askeri idarenin dönüşünü sessizce sineye çekmeyecek kadar ilerlemiş durumda. Buradaki korku şu: Ordunun hareket geçmesini, kendi kampanyalarını başlatmak için fırsat bilecek bazı aşırılıkçı Müslüman köktenciler var
(bazı gözlemcilerin İstanbul'daki bombaların arkasında onların bulunduğundan
kuşkulanmasının nedeni de bu).

AB ve ABD artık etkili değil
Birkaç yıl önce olsaydı, dış dünya tarafları dizginlemek için müdahale edebilirdi. Fakat Avrupa, Türkiye'nin AB üyeliği sürecini ağırdan alarak nüfuzunu yitirdi. 2. Dünya Savaşı sonrası dönemde Türk askeri hizmetlerine büyük katkılarda bulunan Amerika da Irak işgali nedeniyle nüfuzunu yitirdi.
Ancak dış dünya yine de tavır koymalı. Başörtüsü ve dine dair bütün konuşmaları unutun, İslam ve Batı hakkındaki bütün tartışmaları görmezden gelin. Bu mücadele demokrasi
mücadelesi ve seçilmiş Türk hükümeti kaybederse, hepimiz bunun sonuçlarının kurbanı olacağız.

 

Kaynak: Radikal