Son birkaç yıldır Türkiye, haziran-temmuz dönemlerinde Genelkurmay Başkanlığı'nda görevli bulunan bazı askerî bürokratların (generallerin) sicili ve özel hayatı ile ilgili ortaya konulan iddialara kilitlenmektedir.
Söz konusu kişilerin DNA'sından tutun da aile şecerelerine kadar her şey gündeme gelmekte/getirilmekte ama sonuç asla değişmemektedir, hatta kimilerine göre bu işin asıl manipüle edilmek istenen tarafının da burası olduğu yönündedir, yani belirlenmiş olan sonuçların pekiştirilmesi sürecinin bir ayağı olarak yürütülen bir kamuoyu oluşturma sürecidir bu haberler ve dedikodular. Bunun neden böyle olduğuyla ilgili bir bilgimiz yok ve kimin bu tür iddiaları dile getirdiği de bilinmemektedir. Her konuda inanılmaz hafiyelik yeteneği olan bu kurumun bu konularda bir zaaf içinde olabileceğine inanmak da imkânsızdır.
Hem bu kadar kurumsallaşmış ve kuralları çok net olan askerî bürokrasideki komuta kademesindeki değişikler neden bu kadar çok konuşulmaktadır veya konuşulur? Yoksa kişinin keyfiyeti mi buradaki asıl işleyişi belirlemektedir? Kimin hangi göreve geleceğine ilişkin önceden bilinen bir planın ve kararın var olması hangi kriterlerce belirlenmektedir? Keyfilik ile hukukiliği birbirinden ayıran esas nirengi noktası nedir? Yukarıda andığımız tartışmaların da bu atamalara bir katkısı oluyor mu? Yasalar belli ise ve herkes de işini yapıyorsa hatta askerî mekânların vazgeçilmez sloganıyla da söylemek gerekirse; "vatanını en çok seven görevini en iyi yapandır" vurgusu açıksa neden başka faktörleri işin içine katma gereği duyulmaktadır? Bu soruları çoğaltmak mümkün ama açık olan şu ki; askerî bürokrasinin hiçbir zaman kendisini diğer bürokrasi ile eşit görmediği, göremediğidir. Bir diğer konu da askerî bürokrasinin bilmesi gerekir ki artık dünyanın hiçbir yerinde askerî bürokrasinin kendi kendisiyle ilgili düşünceleri onları konumlandırmaya yetmiyor. Mutlaka bir sivil yasama ve yönetmeliğe ihtiyaç vardır. Çünkü çok basit olarak askerî bürokrasinin dayandığı rasyonalite ile sivil alanın ve toplumsal yapının dayandığı rasyonalite tamamen farklı kurgulara sahiptirler.
Askerî bürokrasinin toplum ve tarih algısı
Askerî rasyonalite ile sivil alan dizayn edilemez ama sivil rasyonalite ile askerî alan dizayn edilebilir. Edilmelidir de ve bugüne kadarki insanlık deneyimi de bunu zorunlu kılmaktadır nitekim. Peki Türkiye'de neden bu durum hiçbir zaman normalleşmemektedir? Neden Genelkurmay Başkanlığı her konuya ve herkese bir cevap ve muhtıra vermeyi kendisine temel bir görev olarak görmektedir? İktidarları, hatta kimi zaman muhalefeti de hedef alan açıklamalar yapmakta, kendisi ile ilgili söylenen her söze bir cevap verme gereğini duymaktadır? Türkiye, birçok açıdan tüm dünyada yaşanan sorunlara benzer sorunları olan ülkelerden birisidir. Ama bu sorunların dile getiriliş biçimleri ve odakları konuyu metaforik bir alana, bir retoriğe hapsedip tüm tartışmaları peşinen mahkum etmekte ve sivil rasyonalitenin egemen olmasını engellemektedirler. "Aslında toplumun kendi arasında bir sorun yoktur, asıl sorunları dış mihraklar oluşturmaktadırlar," "ekonomik olarak gelişmemizi istemeyenler var," "tüm dünyanın bu güzelim topraklarda gözü var," "üç tarafımız denizlerle dört tarafımız düşmanlarla kaplıdır", "halk göbeğini kaşıyanlara oy verecek kadar bilinçsizdir", "söz konusu olan vatan ise gerisi teferruattır" "Türk'ün Türk'ten başka dostu yoktur", "Ya sev ya terk et", "AB bizi bölmek istiyor", "Soros vakfı bir art niyet olmadan neden bize fonlar aktarsın ki" gibi klişeler esasında bir açıklamayı değil bir ideolojiyi öne çıkarmak için buyurulan ifadelerdir. Oysa bu durum sosyolojik olarak ahlaki olmayan bir duruma işaret eder. Toplumları, devletleri hatta kişileri güçlendirmenin bilinen tek yolu ise bunları eleştiriye açık tutmaktır. Bunun da mantığı çok basittir. Eleştirilebilen kurumlar kendi aksaklıklarını kolay bir biçimde fark edebilirler ve bu eksikliklerini gidermek için de özel bir çabanın içinde olurlar. Herhangi bir kurumun eleştirisine tahammül edemeyenler o kurumun güçlenmesini istemeyenlerdir. Zaafları ile birlikte var olmasını isteyenlerdir.
Vatandaşların canından bile çok sevdikleri evlatlarını-ciğerparelerini seve seve vatana kurban etmeleri bile onların güvenirliğini kanıtlamıyorsa daha ne yapılabilir? Bir güven bunalımı yaşanıyorsa bunun da suçlusu vatandaşlar değildir herhalde. Bu güvensizliği ortaya çıkaran Şemdinli olayıdır, Dink cinayetinin perde gerisinde olanlardır, andıçlama operasyonlarıdır, üst düzey yargı mensuplarıyla kurulan dostluk ötesi ikili ilişkilerdir, Ergenekon'dur. Her kurumda ve toplumda kötü niyetli kişilerin olması doğaldır. Normal olmayan ve de ahlaki olmayan topyekûn bir kurumun veya bir toplumun külliyen iyi veya kötü olduğunun iddia edilmesidir. Kısaca belirtmek gerekirse tarihe ve topluma ilişkin değer yüklü ifadelerde bulunma girişimi belki de insanın en çok hoşlandığı tutumlardan birisidir. Oysa bu durum esasında gerçek ile ve ahlak ile ontolojik olarak zıt konumlanmalardır. Çünkü tarihi ve toplumu değer yüklü okuma girişimi tamamen ideolojik bir tutumdur ve peşin bir yargılamadır. Her ne kadar tamamen değerlerden ve kültürden bağımsız bir yaklaşımın imkânlarına ilişkin sorunlar çok daha fazla tartışma konusu yapılmaktaysa da esasında yargı bildirme girişimi ahlaki olmayan bir bağlamın referanslarını içerir.
Günümüz sosyolojisinin en çok ilgilendiği konulardan birisi de bahsedilen önyargı ve stereotypleştirmelerin toplumsal olay ve olguları değerlendirmedeki etkisidir. Bir başka ifade ile klişeleşmiş ifadelerle oluşan yargılardan kurtulmanın sosyal bilimsel yöntemini bulmaktır. Bunda ne kadar başarılı olduğu tartışılabilir ama şurası açıktır ki artık dünyada belli kalıplarla düşünmenin, bir başka grubun sahip olduğu değerleri kendi değer yargısı ile anlamaya çalışmanın, toplumsal olayları multi faktöryel olarak ele almamanın sosyolojik açıdan pek bir karşılığı yoktur. Çünkü toplum dediğimiz olgu son noktada her okumada yeniden kurulabilen bir metindir ve herkesin kendine özgü bir metin okuma bağlamı vardır. Ancak Türkiye bu konuda hayli ilkel(i) davranmaya devam eden bir yapıya sahiptir.
Kaynak: Zaman