Her şeyin başı ahlak

Bazı çalışmalar  toprağa tohum ekmeğe benzer. Tohum atarsınız hemen bir anda toprağın  üstüne fidan olarak çıkmaz. Onu beslemeniz ve gelişip yetişmesini beklemeniz  lazımdır. Büyük güçler, lobiler, petrol şirketleri demokrasileri, karar alma mekanizmalarını bir şekilde etkiliyorlar. Bu, demokrasilerin çok büyük zaafıdır. 11 Eylül’den sonra demokrasilerde  iki önemli zaaf başladı. Bunların  biri, güvenliğin özgürlüğün  yerini almaya başlaması; ikincisi de sözünü ettiğimiz  büyük lobilerin karar mekanizmaları üzerinde etkili olmasıdır. Ama dünya demokrasiden geriye dönmeyecek; bu yolda devam edecektir.

Önümüzdeki dönemlerde karar mekanizmaları üzerinde  etkili olmaya çalışan küçük azınlıklar ile büyük kitleler arasında  çatışma başlayacaktır. Bunlar da kendi  iradelerini temsil etmek isteyeceklerdir. Demokrasilerde karar mekanizmaları üzerinde etkili olmak isteyenler  iki yol seçer. Biri sadece kendisi etkili olmak ister. Bir siyasi görüş, bir güruh, başka güruhu etkilemeye ve   kendi arzusunu karar mekanizmaları üzerinde etkili kılmaya çalışır. Bu çok verimli olmaz ve çatışmaya sebep olur.  İkinci yol ise, diğerleriyle beraber hareket etmektir. Diğerleriyle birlikte hareket etme bir süreçtir, bir konseptir. “Ben bu dünya da tek varlık  değilim; benimle beraber başkaları da vardır,” mantığını takip eder.

Akıllı tüccar hem kazanır, hem kazandırır. Akıllı siyasetçi de öyledir. Hem kazanır, hem kazandırır. Hiç kimse tek başına dünyanın merkezinde değildir. Modern kültür, insana devamlı bir biçimde “Benim dışında tufan” mantığını empoze ediyor, ama tufanın kopması durumunda o kişinin de bundan kurtulması mümkün değil. Çünkü sonuçta tufan büyük bir günahı temizlemek üzere kopmuştur ve bütün kadim din ve medeniyetlerde en büyük günahlardan biri “kibir ve bencillik”tir. İnsanlar sadece kendi çıkarlarını gözettiklerinde mutlu olacaklarını zannediyorlar. Bu basit bir kurnazlıktır, mesela trafikte bakarsınız ki, adam burnunu sokmuştur. Veya herkes kuyrukta beklerken, o sağ şeritte seyretme durumundaki arabaların yolunu tıkama pahasına dolanır, tam sapağın ucuna yerleşmiştir. Bu basit bir kurnazlıktır, ama hiçbir şekilde ahlaki değildir.

Ayrıca şunu da söylemek gerekir ki, bu tutum rasyonel açıdan da iyi sonuç verici değildir. “Sadece ben, sadece ben” derseniz bir defa kazanırsınız. İkinci defa kazanamazsınız. Ama komşunuzu, yanınızdaki üreticiyi  kazandırmayı da tasarlarsanız,  kazandırırsanız hep beraber kazanırsınız. Tek başınıza bir sokakta kuyumcu dükkanı açarsanız gelen giden az olur, ama dükkan sayısı iki, üç, dört, derken onlarla ifade edilecek sayıya vardığında “kuyumcular çarşısı” olur ki, bundan bütün esnaf kazanır. O halde işbirliği, yardımlaşma ve rızkı Allah’tan bilmek en önemli erdemlerden biridir. Her erdem ahlakla ilgilidir.

Bugün öyle bir sürece girdik ki tek başımıza kendi arzularımızı söz sahibi kılamayız. Arzuların referans çerçevesi olduğu bir kültür, doğası gereği çatışmacıdır, rekabeti öldürücü anlamda sürdürür. Sonunda aslında galibi olmayan bir savaş ortaya çıkar ki, bunun sonucu kapsamlı bir tahripkarlıktan başka değildir. Diğerleriyle beraber hareket etmek zorundayız. Diğerleriyle beraber hareket edebilmemiz için de,  konuşabilmemiz, ortak paydalarımızı, ortak çıkarlarımızı bulmamız ve bunları sivil bir inisiyatif şeklinde geliştirip kamuoyunu oluşturarak siyasetler, hükümetler üzerinde etkili olmaya çalışmamız lazım.  Bu inisiyatif salt siyasi veya çıkar ilişkisine değil, dini tebliğin hakiki ve asli amacı olan ahlakı ikame etme amacına dönük olmalıdır.