Köprünün başında, ulu çınar ağaçlarının gölgesindeki kahvede, iç bayıltıcı ıhlamur kokularıyla düşünüyorum, tarihi ve milliyetçiliği...
Tarihle flört duygusu insanı Saraybosna'da hiç kendi başına bırakmaz. Milliyetçiliğin çirkin izleri ise her tarafta gözüne diken gibi batar.
Hemen şurada, Gavrilo Princip Köprüsü'nün başında vurmuşlar Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun veliahtı Arşidük Franz Ferdinand'la karısı Sofia'yı...
Birinci Dünya Savaşı'nı tetikleyen bu suikast olmasaydı, acaba tarihin seyri başka türlü olabilir miydi? Örneğin Osmanlı tarih sahnesinde kalır mıydı? Ya da Bolşevik İhtilali başarı kazanabilir miydi?
Spekülasyonun sonu yok tarihte!
Ama nehrin kıyısında, on dokuzuncu yüzyıldan kalma güzelim binaların cephesindeki mermi ve roket izleri spekülatif değil, gerçeğin ta kendisi. Sırp milliyetçiliğinin yol açtığı kirli savaşı anlattıkları için öyle.
1995'te, o sıcak yaz günleri nehir kıyısında dolaşılmazdı. Ölümcül bir tehlikeydi çünkü. Saraybosna'yı çepeçevre saran tepeleri gördün mü hemen kaçman ya da koşman gerekirdi. Tepelerde Saraybosna'yı boğmak için mevzilenmiş Miloşeviç'in askerleri her an ateş kusarlardı.
Şehirde ilk uyarı:
"Eğer sen tepeyi görüyorsan, o da seni görüyordur; durma koş!" olmuştu. Yoksa postu deldirmen işten bile değildi. Bir, bir buçuk kilometreden nokta atışı yapabilen Sırp keskin nişancılarının, snaypırların vuruş alanına girmekten özenle kaçınmak gerekirdi, eğer hayatta kalmak istiyorsan...
Cehennemdi Saraybosna, 1990'ların ilk yarısında. Aynı zamanda saldırgan milliyetçiliğe karşı efsanevi direnişiyle adını tarihe yazdıran bir şehirdi. Üç yıllık kuşatmada, dile kolay, 1700'ü çocuk 13 bin Saraybosnalı ölmüştü.
Bir yandan aklım maçta!
Bosna'yla kritik bir maç.
Alacak mıyız bu maçı?.. Üç puan çıkarırsak, 2008 Avrupa Şampiyonası'nın yolu çok büyük ihtimalle açılmış olacak. Basın toplantısında Fatih Hoca neşeli ve güleç yüzlüydü. İç dünyasında neler esiyordu bilemem ama havası umut vericiydi.
Karşımda Milli Kütüphane...
Milliyetçi barbarlığın Saraybosna'daki korkunç simgesi. Plakette şunlar yazılı:
"Sırp caniler, 25-26 Ağustos 1992'de burayı ateşe vererek 2 milyon kitap, dergi ve belgeyi yaktılar. Asla unutma, her zaman hatırla ve uyar!"
Miloşeviç milliyetçilerinin savaş başlarken ilk ateşe verdikleri yer bu büyük ve tarihi kütüphaneydi.
Nedeni malum, kültürel temizlik!
Sırplar üstündü ve kendi milliyetlerinin dışında her şeyi silmek, yok etmek istiyorlardı. Böylece Miloşeviç'in büyük Sırbistan hayali gerçek olacaktı. Bunun için Boşnak ve Müslüman olan her şeyi kazımak istiyorlardı. Çılgınlıklarının sınırı yoktu. İnsanlığa karşı suç işlemekte herhangi bir beis görmüyorlardı.
Aklımda maç.
Alabilecek miyiz üç puanı?.. Liverpool'un efsanevi teknik direktörlerinden Bill Shankly, "Futbol bir ölüm kalım meselesi değildir. Daha da önemlidir" (x) demiş...
Miloşeviç, eskiden komünist idi.
Sonra milliyetçi-ulusalcı oldu.
Bosna'yı, Kosova'yı kana buladı. Uluslararası Savaş Mahkemesi'nde yargılandı, hapiste öldü birkaç yıl önce. Merhum Aliya İzzetbegoviç'e, Bosna Hersek'in bilge liderine 1992 yazında sormuştum Miloşeviç'i, şöyle anlatmıştı:
"Bir tür kara milliyetçiydi. Bu Sırp milliyetçiliğini faşizmle çarpın, Bolşevizmle çarpın, işte sonuç bu oluyor, Slobodan Miloşeviç. Hem milliyetçi hem Bolşevik! Bu ikisinin karışımından böyle bir canavar yaratıldı."
İyi pazarlar!
-
(x) Futbol ve Küreselleşme; Pascal Boniface; NTV Yayınları, Mayıs 2007, s. 47
Futbol öyledir, ummadığın taş bazen baş yarar!
Bosna Hersek maçı da dün gece böyle oldu. İki kez öne geçtiğimiz maçı ne yazık ki kaybettik.
Şansımız sürüyor, bu gruptan çıkıp 2008 Avrupa Şampiyonası'na katılmamız yakın ihtimal.
Futbol bazen insanın içini şişirir. Beklentileri boşa çıkaran bir oyunla hiç beklemediğin bir hayal kırıklığına uğrarsın. Dün gece de öyle oldu. Milli Takım'ın özellikle savunma göbeği çok kötü bir oyun sergiledi. Emre ve Tümer gibi yaratıcılığı olan oyuncularımızın sakatlıktan dolayı sahadan uzak kalmaları oyunumuzu çok olumsuz etkiledi.
Orta sahada Mehmet Aurelio'dan başka topa basan, topu tutan oyuncumuz yoktu. Hakan'ın, kafa golü dışında oyunda gözüktüğü söylenemezdi. Tuncay da maalesef kötü bir günündeydi.
Bosna Hersek takımı bizden daha iyi ve daha çabuktu. Savunmamızın hatalarını hiç affetmediler, galibiyeti hak ettiler.
Kısacası iyi değildik. Maça ruhsuz başladık, genellikle dağınık oynadık, savunma açıklarımız maç boyunca sürüp gitti. Hele Rüştü'nün yediğimiz son goldeki hatası akıl alır gibi değildi.
Şansımız sürüyor. Bu gruptan yine çıkarız. Sadece işi zora soktuk.
h.cemal@milliyet.com.tr