Hem it hem kemik...

“Her sabah dünya yeniden kurulur. Her sabah taze bir başlangıçtır” sloganlı tercüman gazetesi manşetsiz çıkmış dün. Doldursun diye de halka bırakmış.

            Her sabah kurduğu dünya ile bir önceki gününü inkâr eden; ebter, tarihsiz ve soysuz bir sloganın tanımladığı bir gazete ancak yapabilir bunu.

            Tercümanlığını yaptığı halkın dil ve bilgisiyle, maymun kıçından mülhem bir ahlakı muhalefet kültürüne dönüştüren aşağılık bir özgünlük.

            Manşet, bir gazetenin namusudur.

            Manşetini her türlü açlıktan başı dönen bir halka teslim edenlerin, halkçılık adına ortaya koyduğu tavır, namusunu emanet etmek değil düpedüz peşkeş çekmekten başka neyle açıklanabilir.

            Daha neleri ve nereleri boş bırakabilirler. Boş bırakılarak halka sunulacak yerler arasında her sabah dünyayı yeniden kurdukları yönetim koltukları da var mıdır?

            Yazlıkları, evleri ve hatta yatak odaları da var mıdır örneğin?

            Bilmiyorlar mı ki bu halk, cüzdan dışında kendilerine boş verilen her şeyi layıkıyla doldurur. Birilerine sahip çıkmak adına sahip olduğu her şeyi inkar edebilen, kimi zaman “ermeni”, kimi zaman “travesti” ve kimi zaman “Hıristiyan” olabilen bir topluluğa teslim edilen boş bir alan “biz terbiyesiziz” cümlesiyle doldurulur ve işgüzar tercümanları eksiksiz tanımlayan bir manşet olur.

            Peki, ahlaksız tercüman nasıl olunur?

            Yanlış tercümeyle bilgiyi eksik aktarmak suretiyle olunur. Bunu kim yapar? Ahlaksız bir tercüman yapar.

            Durduğu yerde kendi kakasından başka hiçbir şeyi olmayan gagası necis kargalardan davudi bir ses beklemek elbette beyhudeliktir. Karganın da lakin yuvasını baykuşlara peşkeş çektiği vaki değildir.

            Şehit naşını, nebbaş iştihası içinde pespaye ve müptezel fikirlerine kadavra olarak kullanan ve bunu da bir siyasi ahlaka dönüştüren bu aşağılık zihniyetin, kan ve intikam temelinde yarattığı tahrik Tercümanlıkla izah edilebilir mi?

            Kokuşmuş kan milliyetçiliği ve çürümüş kahramanlık menkıbeleriyle şan-şeref peşinde koşan tercümanın bu rezil ahvali, temsil ettiği akim düşünceyle doğrudan ilişkilidir. Despotizmin ve ona ait kuralların şekillendirdiği bir demokrasi anlayışını, suratı nursuz milliyetperverleriyle meydan yürüyüşlerine dönüştüren bu karalama sınıfının manşetini halka bırakması, halkçılığından değil fikir ve izanda akamete uğramasındandır.

            Devlet büyüklerine saygı göstermenin devleti ayakta tutmak olduğunu bu milliyetçi tayfa savunmuyor muydu? Siyaset masasına kadavra gibi koyduğu şehit naşını kirli operasyonuna vasıta kılarak kopardığı çıngar nasıl anlaşılmalı şimdi?

            Fikri soysuz bir güruhun bu devletin büyüklerine yaptığı hakaretleri manşetinden kınamayıp, başbakanın yadırgadığı güruh için manşetini boş bırakan tercümanın sadece kendi kakasını değil diğer kargaların da kakasını gagalayan bir açlık içinde olduğu görülüyor.

            Silahını alıp cudi ve gabar dağlarına gitmeyen başbakanı ben de kınıyorum en nihayet. Ama ona vatan haini diyecek kadar terbiyesizleşmenin bir manası var mı? Silahlı mangaların şehit cenazelerini, siyasilerin temel atma yahut açılış törenleri gibi kullanmaları Tercümanı rahatsız etmiyor mu? Birilerinin can vermesiyle, siyaseten can bulmaya çalışan ağzı kanlı çevrelerin ulumaları haysiyetlerini tırmalamıyor mu?

            Ama iş, başbakana “vatan haini” diyenlerle başbakanın “terbiyesizler” dediği güruh arasındaki bir hesaplaşma olmaktan çıktı.

            İlla bir terbiyesiz bulunacaksa, devlet büyüklerine hakaret edilsin diye manşetini boş bırakıp kadavracı güruhlara sunanlardır.