Önceki yazımda da söylediğim gibi, Avrupa Parlamentosu'nun Yeşiller Grubu Türkiye-AB ilişkilerini tartışmak üzere İstanbul'da iki günlük bir toplantı düzenledi. Benim için Brüksel'den bazı eski dostlarım ve mesaidaşlarımla keyifli bir hasret giderme fırsatıydı. Fakat aynı zamanda, Yeşillerin İstanbul'a son gelişinden (2004) bu yana işlerin hakikaten epey ciddi şekilde değiştiğinin de üzüntü verici bir göstergesiydi.
İlk tur toplantıda birçok Türk katılımcı, mevcut üyelik sürecinin akıbetine dair şüphelerini dile getirdi. Türkiye'de AB üyeliğine destek yüzde 80 civarından azami yüzde 50'lik bir seviyeye inmiş durumda. Türklerin büyük çoğunluğu AB'yi, Kıbrıslı Rumların erteleme taktikleri ve engelleme politikalarına etkili şekilde karşı koyamamakla suçluyor. Birçok Türk, çarpıcı ekonomik büyüme rakamları ve Türkiye'nin bölgedeki rolünü güçlendiren aktif dış politikaya dayanarak, başka seçenekleri gözden geçirmeye başlıyor. Esasen AB'den ve Türkiye'nin tam üyeliğine dair taahhütlerini yerine getirme isteksizliğinden gına getirmiş durumdalar. Önlerinde birçok başka cazip alternatif var görünürken, birliğin kapısında dilenci gibi görülmekten nefret ediyorlar. Bu hissiyatın yükselişte olduğunu bilmek için tecrübeli bir kamuoyu araştırmacısı olmanız gerekmiyor. Yeşillerin toplantısında da bu hissiyatın yüksek sesle ve açıkça dile getirilmesi sürpriz olmadı.
Bununla birlikte beni en çok çarpan, Hasan Cemal'in tartışmaya yaptığı katkıydı. Türkiye'de herkes onu en muteber köşeyazarlarından biri ve Milliyet'teki yazıları itibarıyla, Türkiye'nin AB üyeliğinin ve ona eşlik eden liberal değerlerin uzun zamandır savunucusu olarak tanıyor. Tam bir centilmen olan Hasan Cemal, serinkanlı ve sakin edasıyla yaptığı konuşmada, toplantıdan, ortaya konulan argümanlardan ve en önemlisi de, bir bütün olarak AB üyeliği projesinden büyük bir hayal kırıklığı duyduğunu gayet açık dile getirdi. Üyeliği ve o noktaya ulaşmak için yapılması gereken bütün reformları daima desteklediğini kabul ediyordu. Fakat müzakerelerin başladığı 2005'ten bu yana bütün süreç hiçbir yere gitmiyor görünüyordu ve bununla ilgili hâlâ yapılan az sayıda tartışma küt, teknik ve iticiydi. Hasan Cemal'e göre, hepsinin ötesinde, AB üyesi ülkeler giderek yabancı düşmanlığına meyleden bir izlenim veriyor ve bu da birçok Türk'ün rahatsızlık duymasına sebep oluyordu.
Hasan Cemal'in söyledikleri, salondaki birçok insanın duygularına tercüman oldu. Fakat sıkı bir Avrupa yanlısının yaşadığı bu hüsrana tanık olmaktan büyük üzüntü duydum. Cevap verme şansı bulduğumda ise Hasan Cemal'i şuna ikna etmeye çalıştım: Söyledikleri kesinlikle yerindeydi, fakat söz konusu gözlem onun ve diğer kuşkucuların AB gemisinden inmesine ve mücadeleye devam etmeyi başkalarına bırakmasına yol açarsa, bu son derece hazin olurdu. Türkiye'de ağır ilerleyen reformlarla ve AB içinde artan dirençle geçen beş yılın ardından bu hüsran duygusunu fazlasıyla anlıyorum. Ama mesele şu: Türkiye'nin Avrupa rüyasından vazgeçmek haricinde, bu yoldan dönüş yok.
Birkaç yıl önce, Polonya'nın AB üyesi olmasının ardından ülkenin başmüzakerecisiyle konuşmuştum. Gayet dobra bir şekilde, müzakereler sırasında birçok kez bırakıp gitmek istediğini anlattı. AB yetkililerinin bitmek bilmez isteklerinden ve Polonya'nın bu işin altından kalkıp kalkamayacağına dair AB içinde uluorta dile getirilen kuşkulardan bıkmış, usanmıştı. AB'nin aday ülkeler için hiç de nazik bir muhatap olmadığının altını çizdi. Çoğu zaman kaba ve vefasızdı, sürekli daha fazla reform istiyor ve kalan eksikliklerle ilgili dırdır ediyordu. Beş yıl boyu tünelin ucunda zerre ışık görmeksizin durmadan reform yapmışlar ve bu süre zarfında Polonya halkının AB üyeliğine verdiği destek yüzde 40'ın altına inmişti. İşte Türkiye bugün, mevzubahis sürecin tam da bu aşamasında bulunuyor.
Hasan Cemal'i üyelik sürecinde ısrarcı olup vazgeçmemeye ikna edebildim mi bilmiyorum. Fakat ben Türkiye'nin, AB'ye giden inişli çıkışlı yolda onun gibi insanlara ihtiyacı olduğuna inanıyorum. AB bazen onlara saç baş yoldursa da, üyeliğin uzun vadeli faydalarını görebilen demokratlara ihtiyaç var.
Kaynak: Zaman