Haris ed Dari'nin ardından…

Son sıralarda Türkiye’nin yalnız kaldığına dair önemli bir tez var. Bu doğru ise önemli göstergelerinden veya kanıtlarından birisi, Türkiye’nin, dünyadaki muhalif hareketlerin liderlerini ağırlaması veya onlara sürgün yeri olması gösterilebilir.  Özbek, Tacik veya Çeçen kim olursa olsun veya hangi muhalefeti temsil ederse etsin; İstanbul’da uğradıkları suikastlar neticesinde bu insanların veya muhalif şahsiyetlerin varlığına tanık oluyoruz.   Doğrusu Haris ed Dari’nin menhus bir hastalıktan mütevellit olarak Türkiye’de tedavi edilmekte olduğundan haberdar değildim.  Faslı tanınmış alimlerden Ferid Ensari de Türkiye’de tedavi görmekte iken vefat eden ünü ülke sınırlarını aşmış büyük alimlerden birisiydi. Haris ed  Dari de son dönemlerde muhalif olarak yolu Türkiye’ye düşenlerin arasında sayılıyor.   Ürdün’de de gelişmiş hastaneler var. Sadece tedavi maksadıyla Türkiye’yi ihtiyar etmesi uzak bir ihtimal.  Son sıralarda Ürdün rejimi, Irak yönetimi ve dolaylı olarak da İran’la köprü kuruyor.  Ürdün, Suudi Arabistan ile birlikte Kaide karşısında kül yutmaz veya en müteyakkız ülkelerden birisi olarak kabul ediliyor.  Haris ed Dari, 2007 yılından beri Amman’ı kendisine yurt edinmiş bulunuyordu. Belki son gelişmeler ışığında Türkiye’yi tercih etmiş olabilir. Türkiye’ye yolu düşüyor ve bazen konferanslara katılıyordu.  Bu konferanslardan birisinde ayaküstü kendisiyle sohbet etmiştim. Ardından Ahmet Hakkı bey vasıtasıyla yeniden dört başı mamur bir biçimde tanıştık.

*

Kısaca Hey'etü’l Ulema el Müslimin olarak anılan Müslüman Alimler Heyeti, yeni dönemde sıkıntılarını aşamadı.  Onun dışında yeni dönemi yer yer yanlış okuyorlardı.  Bununla birlikte, Amerikan işgalleri sonrasında Türkiye’nin Irak ( zımnen Afganistan) politikalarına dair çekinceleri vardı. Ben de bu çekincelerine katılıyordum. Bunlardan en belirgin olanı Türkiye’nin Irak’ta işgali ve işgalin getirdiği siyasi mekanizmaları meşrulaştırıcı siyasi katılıma yönelik Sünni kitleleri ve organizasyonları ikna etmesi ve etkilemesiydi.  Bunun sonucunda, Sünniler altlarından kayan zemine entegre olmuşlardı.  Türkiye siyasi sürece katılmaları noktasında Sünni kadroları ikna etmişti.  Hey'etü’l Ulemanın temkinliliği karşısında Müslüman Kardeşlerin Irak kanadı olan Hizb-i İslami, Türkiye’nin telkinlerinin de etkisiyle siyasi süreç karşısında adeta hervelede bulunmuş ve bu da bilahare Sünni kesimler arasında uyumsuzluğu artırdığı ölçüde siyasi olarak erimesine de vesile olmuştur.   Bununla birlikte, Hey'etü’l Ulema el Müslimin,  Kaide veya IŞİD çizgisine de mesafeli durmuştur. Onlar gibi toptancı davranmamıştır.  IŞİD’i toptancı ve indirgemeci olarak da tasvir etmek mümkün.  İki rengi; siyah ve beyazı tanıyorlar.  Onun ötesinde renk körü oldukları söylenebilir.  IŞİD siyasi süreci ve demokrasiyi toptan reddederken Hey'et siyasi süreci kandırmaca ve temelsiz olarak görüyordu. El Kaide veya IŞİD sürece toptan karşı çıkarken Hey'et daha ziyade pratik nedenlerden dolayı karşı çıkmaktaydı.  Nuri Maliki döneminde ise genelde bütün Sünni kanatlar mevcut yapıyı reddetmekte birleştiler. Bu teorik bir birliktelik değil Nuri Maliki karşısında takınılan pratik bir refleksti.   Anbar ve diğer Sünni ağırlıklı vilayetlerde protestolar yaşandı ve IŞİD’in zuhuruna kadar mesele bu minvalde devam etti gitti.

Tarık Haşimi de siyasi süreci kabul etmesine rağmen sonunda Haris ed Dari gibi kendisini sürgünde buldu. IŞİD’in zuhurundan sonra hem Dari hem de Haşimi benzeri bir refleks gösterdiler. Pratik nedenlerle IŞİD’in çıkışına doğrudan muhalefet etmediler.

*

Başta Musul’un düşmesini bir IŞİD zaferinden ziyade Sünnilerin refleksi olarak gördüler. Bununla birlikte sonrasındaki gelişmelerin ışığında tutum ve tavırlarını gözden geçirdiler ve netleştirdiler. Haris ed Dari baştan beri hem İran faktörüne hem de  Amerikan işgaline karşıydı. Hizb-i İslami gibi pragmatik, esnek bir tutum takınmaktan kaçındı. Bununla birlikte meseleyi Şii-Sünni çekişmesi eksenine hapsetmedi.  Hey'et meseleyi Şii-Sünni nizaı olarak takdim etmekten özenle kaçındı. Şii-Sünni çekişmesi veya kapışması yerine İran’ın emellerini veya müdahalelerini nazara verdi. Sünniler adına asla özel ve özerk bir bölge tasarımında bulunmadı ve bu yönde vaki taleplere karşı çıktı. Irak mirasını bir bütün olarak koruma kaygısı güdüyordu.

Kürt, Sünni ve Şii bölgesel yönetimleri veya yapıları çözüm olarak görmüyordu. Bütün gayesi,  Irak’ı tarihi dokuya uygun bir bütünlük içinde tutabilmekti. Elbette tarihi vetireye uyumlu olarak birlik ve dirlik içinde bir Irak düşlüyordu. Bu isteği şöyle tercüme edilebilir: Hem Amerikan hem de İran etkisinden azade, kendi yağıyla kavrulan bir Irak! Mezhebi ve farklılığı bir vakıa olarak görüyor ama özellikle Şii hizipleri sekterizmin sözcüsü olarak telakki ediyor ve onlara muhalefet ediyordu. İşgal ve getirdiklerine karşı çıkıyordu.  

Son sıralarda ve özellikle de Arap Baharından sonra Hey'et bir daralma yaşadı. Heyete yakın olan  Rafidin Tv Kanalı (Alrafidain Tv Channel) Mısır’dan atıldı ve tası tarağı toplayarak Türkiye’ye yerleşmek zorunda kaldı. Haris ed Dari ve Hey'et Irak meselesinin çözümüne öncelik veriyordu ve Suriye meselesinden uzak duruyordu.  Suriye meselesinin Irak'ı gölgelemesinden çekiniyor gibiydiler.

Vizyon eksikliği olsa da cesur yürekti.  Dilini, kalemini ve mesaisini inandığı davaya vakfetmişti.  Allah’ın rahmeti üzerine olsun.