Kabul etmek lazım ki, İsrail'in bütün dünyada güçlü bir lobisi var. "Bir lobi" diyorum, hakikatte binlerce kuruluş ve oluşumu tek bir çatı altında toplamak mümkün. Nihayetinde bütün oylar Roma'ya çıkar, yani, söz konusu binlerce kuruluş ve oluşumun amacı, İsrail hangi katliama girişmiş olursa olsun, yaptıklarının "savunma hakkını" kullanmaktan ibaret olduğunu, ayrıca "Filistinlilerin onu tahrik ettiğini" propaganda etmektir. Yazık ki söz konusu lobi Türkiye'de de çok kuvvetlidir, etkinliği tahmin etmediğimiz alanlara ve medya kuruluşlarına yayılmış bulunmaktadır.
27 Aralık günü, kendi dininin ilkelerine aykırı olarak İsrail'in Gazze'de saldırıya geçerken birtakım yazarlar, televizyon yorumcuları tam da bu çerçevede faaliyete geçtiler. Tabii ki açıkça katliamı savunmuyorlar, ama şu ifadeyi ustalıkla kullanıyorlar: "İsrail katliama girişti, ama Hamas da tahrik etti". Bu cümle İsrail için yeter de artar bile.
Halbuki ortadaki apaçık hakikat şudur: Değil Hamas ve El Fetih, askeri güç ve diplomatik destek bakımından bütün Arapların İsrail karşısında yüksek düzeyde askeri güç sayılacak varlığından söz edilemez. Uzmanların ifadesine göre, İsrail tek başına Amerika ile savaşa girişecek olsa en azından bir hafta direnebilecek kapasitede silahlara sahip. Elinde nükleer güç olduğunu herkes bilir. Dolayısıyla İsrail, ne Araplardan korkuyor ne Filistinlilerin tahrip gücü dolayısıyla el yapımı ilkel füzelerinden. Son 8 senede bu "tahrik unsuru füzeler"le Filistinliler 20 İsrailliyi, İsrail ise 2004'ten bu yana yüzde 90'ı sivil olmak üzere 4 bin Filistinli öldürmüş bulunuyor.
Ancak söz konusu el yapımı füzelerin İsrail'i derinden rahatsız ettiği, hatta demoralize ettiği de bir gerçek. Gazze'den İsrail'in güneyine fırlatılan füzeler onbinlerce İsrailli'in hayatını karartabiliyor, evlerini terk edip sığınıklara kaçıyor, işlerinin güçlerinin başına gitmesine mani oluyor ve füze tehdidi devam ettikçe psikolojik olarak çöküyorlar. "İsrail'in füzelerin menzili dahilindeki yerleşim birimlerine psikolog yetiştirmediği doğrudun."
El Fetih'in yeterince direnmediğini düşünen Hamas 1987 yılında sahneye çıktı, intifadayı başlattı. Hamas intihar saldırıları düzenledi. İntihar saldırıları da psikolojik olarak İsrail toplumunu çökertiyordu. Bu yüzden intihar saldırıları aleyhinde büyük bir propaganda başlattılar, sonunda çareyi duvar örmekte buldular. Ancak şimdi füzeler benzer bir etkiyi doğurmaktadır.
İsrail hiçbir şekilde Filistinlilerin direncini kıramıyor, bu da onu adeta çileden çıkarıyor. Çünkü silah üstünlüğüne rağmen Filistin direnişi durmuyor, tam aksine devam ediyor. Bunun tabii ki çok önemli sebepleri var. Çoğu zaman da rasyonel olarak söz konusu sebebi bulup çıkarmak kolay değil. İsrail'i "güçsüz durum"a düşürüp, her seferinde daha da saldırganlaştıran yegane görünmez faktör, Filistinlilerin başından beri "ahlaki üstünlük"ü ellerinde bulundurmalarıdır. Roma'dan Amerika'ya kadar ordular, hangi yüksek düzeyde askeri güç, harekat kabiliyeti ve lojistik desteğe sahip olursa olsunlar, ordulara nihayetinde savaşı kazandıran moral güç, haklı ve meşru bir gaye için savaştıklarına ilişkin taşıdıkları inançtır. Bu, ahlaki üstünlük dediğimiz asıl gücün temelini teşkil eder.
Bu açıdan baktığımızda,
a) Filistinliler, basit olarak toprakları işgal edilmiş bir halktır. Dünyanın mütegallibe devletleri tarafından kayıtsız şartsız olarak desteklenen ve savaşta sivil-asker ayrımı yapmadan masum insan öldüren ırkçı bir devletin işgal kuvvetlerine karşı topraklarını, canlarını, mallarını ve namuslarını savunuyorlar.
b) Filistin toprakları dışında ve İsraillilerden başka hiç kimseye karşı eylem yapmamışlardır, İsrail ise bütün dünyada terör eylemi ve suikastlar düzenlemekle maruf.
c) Hamas dahil bütün Filistinliler, 1967 öncesi sınırlara dönmeyi kabul etmesi durumunda İsrail'in varlığını tanıyacaklarına dair açıklamalarda bulunmuşlardır.
d) Bunların ötesinde Hamas, son derece adil ve şeffaf bir demokratik seçim sonucu Filistin halkının desteğini kazanmış bulunmaktadır. İsrail, Hamas'ın diğer Arap ülkelerine emsal teşkil etmesini istemiyor, çünkü bu Arap kamuoyunun yönetim üzerinde etkili olmasına yol açacak, bu da Arapları daha aktif politikalar izlemeye sevkedecektir.