Hamas nasıl kazandı?

Hamas’la İsrail arasındaki ihtilafın nasıl ve ne zaman sona ereceğinin fazlaca bir önemi yok ama iki şey kesindir. Birincisi İsrail’in taktik bir zafer iddia edebileceğidir. İkincisi de İsrail’in stratejik bir mağlubiyet aldığı.

Taktik açıdan bakıldığında, Demir Kubbe füze savunma sistemi İsrail’in kayıplarının neredeyse sıfır seviyesinde kalmasına yol açtı ve Gazze’den atılan roketlerden dolayı oluşan maddi hasarları da önemli ölçüde azalttı. İsrail’in perşembe günü başlayan kara saldırılarının da bazı kazançları olacak. Aslında oldu bile: İsrail kuvvetleri Hamas’a ait birkaç tüneli ortaya çıkarıp imha etti. Bu tünellerden bazıları İsrail’e yönelik sınır ötesi faaliyetlerde bulunma amaçlıydı, diğerleri de mal, mühimmat ve militanların Gazze içinde bir yerden başka yere taşınmalarını sağlıyordu.

Bu tür taktik başarılar küçük görülmemeli. Ama bunlar stratejik bir zafere denk değildir. Clausewitz’in meşhur ifadesine göre savaş, siyasetin başka vasıtalarla devamıdır. Savaşlar, siyaseti galiplere fayda sağlayacak şekilde tanzim etmek için icra edilir ve mağluplara zarar verir. Ama İsrailliler için bu ayrım ortadan kalktı. 

Aslında İsrail’in tarihi zafer iddia ederken gerçekte mağlup olduğu olaylarla doludur. Ekim 1973 savaşı bunun en iyi örneğidir. İsrail, Mısır kuvvetlerinin etrafının arkadan kısmen kuşatılmasıyla İsrail kuvvetleri Süveyş Kanalı’nın batı tarafında savaşı sona erdirdiği için savaşı kazandığını iddia etti. Gerçek ise Mısır’ın stratejik zafer kazandığıydı. Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat’ın baştan beri hedefi bir parça toprak ele geçirip tıkanmış siyasi müzakereleri harekete geçirmek üzere bu toprakları zaptetmek ve nihayetinde işgal altındaki Sina Yarımadası’nı geri almaktı. Sedat istediğini elde etti.

Bu savaşın sonunda muhtemelen yeni bir siyasi düzen görmeyecek olsalar da İsrailliler, en azından Hamas’ın stratejik hedeflerine ulaşamamış olduğuna  inanabilirler. İsraillilerden büyük çapta can kayıpları olmaması Hamas’ın başarısız olduğu düşüncelerine yol açıyor. Ama İsrailliler bu hususta yanlışlar. Çok sayıda İsrailliyi öldürmek Hamas için ilaç gibi olur ama bu, grubun stratejik başarısının tanımlanmasında hayati ehemmiyette değildir.

Hamas’ın stratejik hedefi İsrail’de her şeyin normal olduğu hissini ortadan kaldırmaktır. Mevcut ihtilafın askeri şartları altında İsrail için ileri ve gelişmiş bir demokrasi olarak kalmak, ancak vatandaşlarının, yaşadıkları hayatın aşağı yukarı Londra, Paris veya New York’ta arzu ettiklerine benzer hayatlar olduğu illüzyonunu sürdürmeleriyle mümkündür. Bu illüzyonun ortadan kalkmasının bazı sonuçları olacaktır ki bunların hiçbiri İsrail için iyi değildir. Barış ihtimalinden ümidi kesen az sayıdaki İsrailli Yahudi göç etmeye karar verebilir. Daha muhtemel olan ise Filistin meselesinin nasıl üstesinden gelineceğine dair anlaşmazlıkların derinleşmesi, İsrail toplumu içinde ayrılık tohumları ekilmesi ve Siyonizm’in adaletine dayalı temel İsrailli söylemin altının oyulmasıdır. İsrail’de yaşamanın gerektirdiği tehlikeleri göze almak ve fedakarlık yapmanın arkasındaki temel itici güç de işte bu söyleme olan bağlılıktı. Çoğu İsrailli Yahudi için hayatın bir gerçeği olan uzun süreli mecburi askeri hizmet de
bu fedakarlıklar arasındadır. İçerideki bu çatlaklar İsrail’e diz çöktürmeyecek olsa da İsrail’in gücündeki herhangi bir aşınma -halkın iradesinin gücü de dahil- Hamas için bir kazanç olacaktır.

İsrail uzun süredir, amansız düşmanlarından daha kararlı olarak gördüğü  İslamcı direniş örgütlerinin nüfuzunun yayılmasını önleme arzusu içindeydi. 1987’den­ 1993’e kadar devam eden ilk İntifada’nın, laik Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) zayıflamasına, Hamas ve İslami Cihad gibi tehlikeli ve militan örgütlerin yükselişine yol açtığını düşünün. Bu İslamcı örgütlerin tehditleri, İzak Rabin ve Şimon Peres gibi İsrailli liderleri FKÖ lideri Yaser Arafat’ın kötüye giden talihini düzeltmek ve Oslo barış sürecine başlamak için harekete geçirdi. Barış sürecinin başarılı olması Hamas için yolun sonu olacaktı.

Aslında 2001-2004 arasında İsrail’deki büyük şehirlerin merkezinde gerçekleştirilen intihar saldırıları dalgasıyla yaklaşık bin İsraillinin ölmesine ve çoğu İsrail vatandaşının güvenlerini sarsarak sonunda onları Gazze’den yerleşim yerleri ve vatandaşların tek taraflı olarak çekilmesini desteklemeye ikna eden, ikinci İntifada’daki şiddet oldu. İsrailliler bu adımın Filistinlilerin öfkesini dindireceğini ümit ediyorlardı. Öyle olmadı.

İsrail’in Gazze Şeridi’nden çekilmesinden bu yana İsrail’in güneyindeki şehirlere sürekli ve düşük seviyede roket atılması, İsrail’in geri kalan kısmında Hamas’a stratejik fayda getirmeye yetecek kadar sıkıntıya yol açmadı. Diğer bir ifadeyle, Hamas’ın sınır şehirlerindeki saldırıları, İsraillilerin çoğunu Gazze’de Filistinlilerin siyasi ve insani durumlarına olan neredeyse tamama yakın bir duyarsızlık içinde günlük işlerine devam etmekten alıkoymadı.

Diğer taraftan, bu yeni şiddet dalgası muazzam bir sıkıntıya yol açtı. Gazze’den atılan roketler sebebiyle Tel Aviv, Kudüs, Hayfa, Beer Şeva’da -İsrail’deki büyük şehirlerin tamamı- uyarı sirenleri çaldı. Bu roketler şimdiye kadar kimseyi öldürmedi ama hemen hemen herkesi günde birkaç kez sığınaklara koşturmak zorunda bıraktı ve “orada” olanın “burada” hayatı etkilemediği görüşünü tamamen ortadan kaldırdı.

Bu, Hamas’ın zafer ilan etmesi için yeterlidir. Ama bu grup, ek stratejik faydalar da elde ediyor. Birincisi, İsrail ve Gazze’deki orantısız kayıp sayısı, bu kez ilk ateşi Hamas açmış olsa da Israil’in en azından çoğu Batılı göz için saldırgan olarak görülmesine yol açtı. İkincisi, Demir Kubbe, yabancı gazeteciler için İsrail’deki hikayeyi sıkıcı bir hale getirdi. “Roketler atıldı, roketler durduruldu, hayat devam ediyor” heyecan verici bir hikaye değil. İsrail’in misillemeleri ve geride bırakılan parçalanmış cesetler gazetelere daha fazla tiraj getirir. Bu yüzden dünya Gazze’ye odaklandı. İsrail’in dostları bunun adaletsiz bir durum olduğundan yakınabilir. Buna göre Hamas İsrail vatandaşlarını tehlikeye sokarken İsrail, vatandaşlarını başarılı bir şekilde savunduğu için cezalandırılıyor. Ama mesele böyle değil. Savaş, kurallara uygunluk içinde yapılan değil, stratejik hedeflerin kazanılması için yapılan bir uygulamadır.

Ve Hamas bu konuda zaten kazandı. O, Filistinlilerle siyasi bir anlaşmazlık durumunun İsrail için herhangi bir maliyetinin olmayacağı görüşünü ortadan kaldırdı. Hamas, İsraillilere Filistinlilerin onları öldüremeseler bile onlara ağır psikolojik bedeller ödetebileceklerini gösterdi. O ayrıca Filistin davasının  seviyesini yükseltti ve Filistinlilerin güçlü saldırgana karşı çıkan zayıf kurbanlar oldukları algısını pekiştirdi. İşte bu hissiyatın belki de siyasetçiler ve elbette hedefleri İsrail’i siyasi olarak tecrit etmek ve iktisadi boykotlarla ona zarar vermek olan sosyal hareketler tarafından İsrail’e baskılara dönüştürüleceği kesindir.

Halen İsrail’in 1973’teki kaybında olduğu gibi bu mağlubiyetin bir umut ışığı olarak geleceğinin hayalini kuranlar var. Sedat’ın Sina’da İsraillilere yaptığı saldırılar, İsraillilerin 1967 savaşından bu yana üzerinde çalıştıkları yenilmezlik hissini ortadan kaldırsa da o savaş en azından Camp David anlaşması ve soğuk da olsa kalıcı bir barışla sonuçlandı. Bu barış, 1970’lerin sonlarından itibaren İsrail’in bölgesel güvenliğini sağlama aldı. Belki de bu ihtilafta Hamas’ın stratejik zaferi de İsrail için benzer sonuçlar doğuracaktır. Ama böyle bir sonuç hiç muhtemel görünmüyor. Sedat’ın Süveyş Kanalı’nın yeniden açılması ve Sina Yarımadası’nın Mısır’a iadesi gibi somut hedefleri vardı. Bu hedefler, İsrail’in kendi ihtiyaçlarıyla da uyumluydu. Diğer taraftan Hamas ise İsrail’in ortadan kaldırılması çağrıları yapıyor ki bu hedef de müzakerelere pek mahal bırakmıyor.

Sonunda bu raund Filistinlilerin olacak. Aynen 2008’deki büyük savaş raundunda olduğu gibi. Taktik başarılar üzerine odaklanmak, İsrail’i defalarca stratejik mağlubiyetlerle karşı karşıya kalma tehlikelerine karşı kör etmemeli. Hamas’ın davranışını değiştirmek için İsrail’in yapabileceği pek bir şey yok. İsrail’in yapması gereken, Hamas’ın stratejik başarılarından İsrail’in ilk yıllarındaki liderlerinin çok iyi bildiği şeyleri günümüzdeki İsraillilere hatırlatmasını önlemektir. İsrail Genelkurmay Başkanı ve daha sonra da Savunma Bakanı olan Moşe Dayan’ın dediği gibi: “Onların [Araplar] bizi yok etme ümitlerinin kaybolması için bizim gece gündüz silahlı ve hazır olmamız zaruridir.” İsrail için mesele, işte bu hazır olma durumunu sürdürürken aynı zamanda güvenliğini sağlamak için insani ve münasip tercihlerde bulunmak, İsrail’in Batılı ülkelerin stratejik ve ticari ortağı olarak cazibesini sağlamlaştırmak ve içerideki sosyal birlikteliğini uzun süre muhafaza etmektir. Bu üç şeyi gerçekleştirmek imkansız görünüyor ama İsrail’in milli mevcudiyetinin ilk 19 senesi bunun aksini gösteriyor.

 

Kaynak: Foreign Affairs

Dünya Bültebni için çeviren: Mehmet Şeyhoğlu