'Halk'ın dediği olur

Merkez, Tanzimat’tan beri bu coğrafyada asker, sivil, bürokrat aydın kesimdir ya da daha yalın bir anlatımla “yönetenler”dir... Merkez, her zaman toplumu biçimlendiren eskiden saraylı, bürokrasi ve asker; Cumhuriyet döneminde ise asker-sivil bürokrasi, üst yargı kurumları, üniversiteler olmuştur... “Seçkinler”den oluşan merkez, esnaf, tüccar, köylü, kasabalı olan “çevre”ye karşı hep otoriter ve aşağılayıcı bir tutum sergilemiştir ve çevreye karşı büyük bir yabancılaşma yaşamıştır... (Fazıl Say’ın Arabesk kavgasını veya Bilkent Senfoni Orkestrası’nın Konserini dinleyen Bayburtlunun dediği “Bayburt Bayburt olalı böyle zulum görmedi” espirisini de bu çerçevede değerlendirmek gerekir ki, hepsi dayatma ve halka yabancıdır...) Oysa Cumhuriyet halka dayalı bir rejimin adıdır ve demokrasiyle zenginleştirilmişse, gerçek egemen halktır ya da diğer adıyla “çevre”dir... Ne yazık ki, günümüze kadar egemenliğin kaynağı olarak gösterilen halk, yalnızca yapay bir “meşrulaştırma” ve “manipülasyon” aracı olarak görülmüştür... Bu durumun en önemli göstergesi ne yazık ki, 27 Mayıs 1960 darbesidir... Ne iktidar ne muhalefet rekabetçi siyasal kültürü özümseyememiştir. Fakat, “seçkinci merkez” “halkçı çevre”nin on yıl boyunca hükümette olmasını kendine yedirememiş ve tamamen insanlık ve hukuk dışı uygulamalarla sonuçlanan bir süreci başlatmıştır... 1960 darbesi sonrası oluşan bu süreç, bırakın Türk olmayan unsurlarla bir arada yaşamayı, Türk unsurların bile bir arada yaşamasını imkânsız hale getiren (sağ-sol çatışmaları) yeni bir dönemi başlatmıştır... Dolayısıyla halka yabancılaşan, devleti ve değerlerini meşruluktan uzaklaştıran ve tamamen “düşman üreten” yeni bir süreçten söz edilebilir... Oysa, çağdaş demokratik bir devletin görevi yabancılaştırmak ve düşmanlaştırmak değil; birleştirmek, uzlaştırmak ve bir arada yaşamayı olanaklı hale getirmektir...

12 Eylül demokrasi için milattır

Türkiye büyük ve hızlı bir dönüşümden geçiyor ve bu dönüşümün mimarları ya da tanıkları da bizleriz... Herşeyden önce tek tek yurttaşlar olarak bu tarihi dönemeçte oldukça sakin, barışçı, diyaloğa açık, anlamayı ve dinlemeyi bilen bir tutum sergilemek durumundayız...

Referandumun “evet” ile sonuçlanması Türkiye’nin yaşadığı dönüşümün simgelerinden biri olacaktır. Çünkü, Türkiye’nin her türlü değerini tekelleştiren yapılar, deyim yerindeyse “halka açılabilecek” hale gelecektir... Bugün, sivil toplumun giderek güçlendiği ve İstanbul-Ankara merkezli olmaktan çıktığı; Anadolu’nun her köşesinde “siyaseti biçimlendirme” kapasitesine sahip olan farklı sivil toplum kuruluşlarının var ve etkili olduğu bir dönem yaşıyoruz... Dolayısıyla demokrasi, elitist kurumlardan gerçek sahibine, yani halka daha fazla yakınlaşmaktadır... Katılımcı demokrasi konusunda hem yasal zemin genişlemekte, hem de toplum giderek daha fazla bütün süreçlerde söz sahibi olma çabası sergilemektedir. Ekonominin ve ekonomik değerlerin Türkiye’nin her köşesine daha fazla ulaştığı bir dönem yaşıyoruz... Türkiye’nin farklı bölgelerindeki kentler (Örneğin, Gaziantep, Kayseri, Konya v.d.) artık milyar dolarlık ihracatlarla makro ekonomik göstergelere önemli katkılar sunmaktadırlar. Bütün sorunlu yanlarına rağmen, bütün illerde kurulan üniversiteler bulundukları kentlere önemli bir dinamizm getirmiştir. Bu üniversiteler, 5-10 yıla kadar kurumsallaşma sorununu önemli ölçüde aşacaktır. Eğitim-öğretim kadroları da gerek iç gerekse dış kaynaklarla karşılanmaktadır. Sosyal devlet uygulamalarının yoğunlaştığı, sağlık hizmetlerinin kolay yöntemlerle yurttaşlara ulaştırıldığı ve yerel yönetimlerin büyük sorumluluk aldığı bir dönem yaşıyoruz.

Anayasa çağdaşlaşıyor

Her türlü sorunlu yanlarına rağmen bu gelişmeler, “evet” için oldukça önemli nedenler ortaya koymaktadır... “Hayır” cephesinin yalnızca militan bir karşıtlıkla hareket ettiği ve “merkezin efendiliğinin” devam etmesi için çabaladığı; zenginliklerin, özgürlüklerin ve küresel birikimlerin halka yayılmasını engellemek için çaba içinde oldukları ortadadır. Bu nedenle de referandumun “evet” ile sonuçlanmasının Türkiye için tarihi önemdedir. Referandumdan çıkacak “evet” sonucu ile, “eğitimsiz ve yoksul” kitleleri sömürenlerin saltanatı da önemli bir sarsıntı yaşayacaktır... Bu bile çok büyük bir kazançtır...

Irk, bölge, din ya da kişi referanslı siyasetin sonu gelecek; Türkiye, halk ve yurttaş referanslı yeni bir siyaset dönemi başlayacaktır... Referandum, halkın iktidara taşıdığını yine halkın uzaklaştırmasına olanak sağlayacak bir kurumsallaşma için önemlidir. Böylece Türkiye 21. yüzyılda bile kendini kurtaramadığı “darbecilik” hastalığından uzaklaşma olanağını da elde edecektir... Yargı despotizmi gibi ilkel yöntemler de, tarih dışına itilebilecektir... Eğer, bütün erklerin kaynağında “halk” varsa -ki çağdaş demokrasilerin olmazsa olmaz kuralıdır- o halde bu korku, telaş ve de savaşın nedeni nedir? Özünde bu değişim en fazla değişimden korkanlara (özellikle kurumlara) yarayacaktır, çünkü halkın gözünde kaybettikleri meşruiyetlerini yeniden kazanma şansı elde edeceklerdir. Demokratik süreçlerin işletilebilmesi, Türkiye’nin kendi doğrularını daha rahat bulmasını sağlayacaktır... Korkmak yerine anlamak ve herkesin kendini ifade etmesine olanak sağlayan bir sistemin gelişimine katkı yapmak daha akılcı görünmektedir... Dolayısıyla, referandumu bir “parti” oylamasına dönüştürmek, ne yazık ki basit ama “etkileyici” bir tuzaktır Türkiye için... Yaşam siyah ve beyazdan ibaret değildir, gri bölgeleri de olan bir zenginliktir aynı zamanda...

akifcukurcayir@gmail.com


Kaynak: Star