Hakkari kan gölü…

Korkulan oldu.

Bayram öncesi yapılan 13 askerin ölümüyle sonuçlanan ilk saldırı, başta hükümet olmak üzere devlet kurumlarının keskin ve sert adımlarını beraberinde getirmiş, fatura Kuzey Irak'taki PKK üslenmesine çıkarılmış ve hızla hazırlanan tezkere Meclis'ten geçmişti.

Ortada ikili bir görüntü vardı.

Türkiye tezkereyi çıkararak kararlılığını göstermiş, ABD'ye işaret vermiş, Irak yönetimini taleplerine boyun eğmeye davet etmişti. Bu konudaki ilk sinyaller hükümet açısından "olumlu"ydu. Talabani ve Irak Dışişleri Bakanı PKK'nın ülkelerini terk etmesini talep etmişler, ABD askeri müdahalenin kuvvetli bir olasılık olduğunu görmüştü.

Ancak diğer görüntü daha "flu"ydu.

Zira tehdit ancak birileri bundan korktuğu ya da tehdidin arkasındaki talebe boyun eğdiği oranda bir üstünlük, bir güç aracıdır…

Tehdit bu sonuçları vermezse, tehdit edeni daha keskin adımlar atmaya, karşısındaki güç yoluyla boyun eğdirmeye iter…

Dolayısıyla endişe, herhangi yeni bir PKK saldırısında, hükümetin askere yol vermesi ya da vermek zorunda kalması ve ordunun hızla Irak'a yönelmesiydi. Böyle bir durum Türkiye-Irak-ABD ilişkilerini bilinmezliğe itecek ve Türkiye Irak'ın derinliklerine girmiş olacaktı.

Ne yazık ki korkulan beklenenden erken oldu.

PKK'nın dün Hakkari'de askeri karakola yaptığı planlı saldırı açık bir şekilde Türkiye'yi tahrik etmeye, Irak'a girmeye davet eden bir saldırıdır.

Dahası saldırısının hemen sonrasında Barzani'den gelen açıklamalar Türkiye'yi tehdidin ötesine geçmeye iten niteliktedir.

Barzani, örgütün elebaşlarını teslim etmelerinin söz konusu olmadığını, bunun Türkiye'nin PKK'yla masaya oturması halinde düşünülebileceğini söylemesi, Irak'a yapılacak müdahaleye direneceklerini ima etmesi ve ABD'yi yardıma çağırması dengelerin her an değişebileceğine dair ilk belirtilerdir.

Soru ve sorun şu:

Şimdi ne olacak?

Türkiye'nin Kuzey Irak'a bir müdahale etmesi yüksek ihtimal…

Kamuoyunun beklentisi bu, siyasi partiler bu yönde açıklamalarla tansiyonu yükseltiyorlar, PKK saldırıları bu adımı adeta kaçınılmaz hale getiriyor.

Ancak şu açık:

Böyle bir karar, "terörle mücadele politikası"nın ötesine geçer.

Geçer zira, askeri müdahale ihtimali daha şimdiden uluslararası bir meseleye dönüşmüş durumdadır.

Özellikle Irak hükümeti böyle bir müdahaleyi kendisine yapılmış sayacağını ilan etmektedir. Böyle durumda PKK'yı aşan ölçüde sıcak çatışma ihtimali vardır. Türkiye'nin işgalci duruma düşmesi ve uluslararası camianın tepkisi ve tepkisi ve yaptırımlarıyla karşı karşıya kalması işten bile değildir…

Öte yandan riskleri bu denli yüksek olan bir müdahalenin getirileri gerçekten belirsizdir ve tartışmalıdır.

Türkiye'nin Irak'taki PKK üslerini vurduğu, kapanmaya zorladığı, elebaşları teslim aldığını varsayalım. Bu, bir ölçüde öfkeyi dindirir, örgüte bir ölçüde darbe vurur. Ama sorunun çözümünde hiç anlam ifade etmez.

Bu ülkede 20-25 yıldır şiddet ve terörle iç içe yaşıyoruz. Terörü üreten Kürt sorunudur ve bu sorun sürdükçe terörü besleyecektir. Nitekim Öcalan'ın yakalanması bile terörü dindirememiştir…

Zor günler geçiriyoruz, bu kesin…

Toplumun öfkesi burnundan tütüyor, bu da kesin…

Ama mesele bu zor zamanlarda siyasi aklı kullanma meselesidir.

Hükümet PKK'nın tuzağına düşmemelidir, PKK'nın oyunu yönetmesine izin vermemelidir.

PKK vurmuş tezkere çıkmıştır, PKK yine vurmuş Irak'a gel demiştir. Ve bu durum, Türkiye'nin Ortadoğu batağına saplanması açık bir şekilde örgütün işine gelmektedir…

 

 

Kaynak: Yeni Şafak