Habil'den Hrant'a 'susmayan kan'lar

Hrant Dink'in ölüm yıldönümünde adalet isteyen kalabalıklara "sevgili kardeşlerim" diye sesleniyordu Rakel Dink, kocasının katledildiği kaldırımın üstündeki Agos'un penceresinden: "Kelam'daki Habil'in kanının susmadığı gibi, dökülen hiçbir kan ve bu kaldırıma dökülen kan susmayacaktır."
Susmadılar zaten bugüne dek. Döküldükleri yerden bağırdılar durdular. Onların haykırışlarını duymamak için kulaklarını tıkadı kimileri. Ama onlar hiç ara vermeksizin bağırmayı sürdürüyorlar. Bizler bu ülkede pıhtılaşamayan, yatıştırılamayan nice kanın kaldırımlarda köpüklü sularla temizlenmesini izledik durduk. Temizlenebilirmiş gibi. Oysa biliyorduk ki bu temizlik metaforik olarak suçun, suç ortaklıklarının üstünü örtmekti. Delilleri gizlemek, yok etmekti. "Kanın sesi ancak adaletle susar." diye sürdürüyordu Rakel Dink: "Sizler de adalet için buradasınız. Sessizliğinizde adalet çığlığı duyuluyor."

Kabil'in Habil'i öldürmesi yeryüzünün ilk cinayeti. Öfke, kıskançlık ve korkuyla işlenmiş bir suçtu bu. Yeryüzündeki kardeşliğin sürmesi için tüm kardeşlere düşen, saldırganlıkla, şiddetle, ele geçirme hırsıyla, kin ve intikam hisleriyle başa çıkmak olmalıydı. Oysa ne zaman bir işgal, bir sömürü, bir iltihak söz konusu olsa, kardeş kanı dökülüyor yeryüzünde. Durmaksızın.

Öfke ve saldırganlıkla karşısındakinin kanını dökmek vahşettir. Düşmanlık, intikam ve hırsla saldıranlar Kabil olurlar. Habil'e kendi olma hakkını çok görürler. Bu sebeple onların döktüğü kardeş kanı cinayettir, katliamdır. Sanırlar ki kardeş olmanın tek kıstası aynı dünyalara, aynı görüşlere sahip olmaktan geçiyor. Bir elin beş parmağı misali farklı olabilir oysa kardeşler. Ama kan birdir. Hepimizin kardeş olduğunu yeniden bize hatırlatan Habil'in 'bağıran kanı'dır.

Habil'den Hrant'a dek maktullerin masumiyet hakkını savunmak adına ne çok bedel ödedi insanlık. Çünkü bize kardeşini sevmeyi değil, kardeşine düşmanlığı öğrettiler ısrarla. İktidar odakları kardeş kavgasını kullanmaksızın güç elde etmenin daha vicdanlı bir yolunu bulamadılar.

Herhangi bir kardeş, sırf bazı nitelikleri bizim hoşumuza gitmiyor diye öfkemizin ve nefretimizin nesnesi haline gelebilir bir çırpıda. Sonra dünyada bulunduğumuz yere ve zamana göre kimler iktidar hırsıyla çatışıyorsa birbiriyle: Onların kutsadığı ideolojilerin diliyle naralar attırılır bize. Birtakım güç odakları nefret ve öfkemizi kaşıyarak, kamçılayarak kendi amaçları doğrultusunda bizi kardeş kanı dökmeye yöneltirler. Kabil ol demezler bize. Onun yerine Kabil'i kahraman gibi göstermeye çalışırlar.

Elimizi kana bulamayız, nasılsa bu uğurda kan dökmeye hazır birçok yiğidimiz var derler. Biz ise düşman kardeşler pusu kurmuş ve bizi yok edecekler diye niyet okumaya başlarız. Yerine göre bölücülük, yerine göre irtica, yerine göre vatan hainliği gibi ihanet çağrıştıran kavramlarla beslenecektir nefret ve korkumuz. Düşman seni vurmadan önce sen onu vurmalısın derler bize. Teyakkuza geçeriz. Dirim için değil yıkım için kaşınır bazı hassasiyetlerimiz. Habil'dir aslında vurduğumuz. Kanı yerde bir türlü kurumayan. Kardeşimizdir.

Kardeşin kardeş kanı döktüğü yerde onurlu bir mücadeleden, hakkaniyet ve adaletten bahsetmek mümkün müdür diye soranlar sindirilir, susturulur hep. Ama yeryüzündeki bütün iktidar ve sömürü odakları kendi meşruiyetlerini kardeşin kardeş kanı dökmesi üzerinden kurmayı sürdürürler. Toplu iğnelerle parmaklarını delmek suretiyle bayrak yapan çocukları alkışlatırlar bazen de bize. Bu tip hevesli çocukların kahramanlık sanarak verdiği kanların lekesi ellerinden hiç çıkmayanlar ise halen süslü koltuklarında oturmaktadırlar.

Azmettiricilerine döktürdüğü kanla güç sahibi olanlar yüzyıllardır kadavra kokuyor. Ellerini durmaksızın yıkıyorlar. Ama biz onları tepelerinde dolaşan akbabalardan ayırt ediyoruz. Onların çocuklara kutsamayı öğrettikleri kanlar adalet tesis etmek adına dökülmedi çünkü çok uzun zamandır. Aksine. Habil'ler vuruldu durmaksızın kaldırım ortasında. "Bizi acılarda akraba ettiler" diyordu Rakel Dink. Haksız mı?

 
Kaynak: Zaman