Güzelliğimizi nasıl tanımlayabiliriz...

Kimi başörtülü kadınlardaki süslenme merakı, arayışı, böylelikle ortaya çıkan bazen sapla samanın birbirine karıştığı abartılı sahneler, şu dönemde  çok ilgi gören (aslında hemen her zaman, mesela II. Abdülhamit döneminde de gündemi işgal etmiş olan) konulardan biri. Yozlaşma işaretlerini öncelikle kadınlar üzerinden okuma eğilimine sahip İslami kesimler, nevzuhur kadın dergilerinden, rengârenk eşarplardan, rastgele örtülmüş şallardan, dar tuniklerden söz ediyor. Sosyolojiyi ihmal eden bu bakışın doğru bir okuma yaptığından emin değilim. Bana kalırsa genç başörtülü kuşaklar birkaç sebeple tepki vererek kendi tarzını arıyor: Sistemin çirkinleştirme operasyonlarının sebep olduğu eziklik birikimi, bunlardan biri. Bir diğer sebep ise kendine özgü, huyuna husuna yakışan bir tesettür tarzı arayışı... Eleştiri konusu olan Müslüman hanımların önemli kısmının geçmişte olduğu gibi takvayı kendini görünmez kılmaya bağlayan, anlamlı bir ayrıksılığı ise cesaretlendiren bir cemaat bedeni içinde yer almadığı da hatırlanmalı.

Daha önemli bir arayış sebebi de genç kuşakta bir önceki kuşağın tecrübelerinin bıraktığı şöyle ağır bir izlenim: Müslüman erkekler anneleri gibi klasik tesettürlü kadınları yanlarına yakıştırmıyor, onlarla evlenmiş olsalar bile zamanla ilgilerini yitiriyorlar.

Buradan hareketle başörtülü genç kızların giyim kuşamlarında somutlaşan farklı bir tarz arayışında aynı zamanda bir protesto tutumu seçilebilir. Yani ille öyle yaygın kabullere, modaya göre süslü püslü değil o, ama herhalde klasik örtünmenin dışında bir tarz oluşturmak için uğraşıyor.

Daha sıradan bir sebep, her rüzgâra açık bir gençlik çağının güçlükleri... Bunun da sorumlusu gençler değil, bir önceki ilkelerine göre yaşama savaşı vermiş kuşak olsa gerek.

Asım Gültekin Genç Dergisi’nin Şubat 2011 sayısında yayımlanan “Kızlara ne kadar karışabiliriz” başlıklı yazısında bu konuyu bir hayli ayrıntılı olarak irdelerken, toplumsal değişimin olumsuz etkilerini ve kararsızlıklarını yansıtan üslup arayışları nedeniyle başörtülü genç kızların “dönem sorumlusu” tutulmasındaki zaafları dile getiriyordu.

Elbette  tesettür her şeyden önce Allah rızası için benimseniyor. Benim kuşağım bu nedenle de başörtüsü yasaklarına direnecek güce sahipti. Ekran ve reklam panoları bu denli zevk ve eğilimleri belirleme gücüne sahip olamıyordu. Güzelliği görünüşe bağlayan moda sektörü, konformizm nasıl küfür gibi görülüyorsa, aynı şekilde kesinlikle reddedilmesi gereken emperyalist tuzak olarak tanımlanıyordu.

Fiziksel güzelliğimizle öne çıkmak gibi, iyi özelliklerimizi öne sürmek de çirkinlik demekti,  hatta günahtı... Bu terbiye anlayışı kız çocuğunu fiziki görünüşünün çekiciliğine dayanmanın ötesinde bir varlık geliştirmeye sevk ediyordu.

Aldığımız okul eğitimi de elbet bir bakıma puritendi. Ruhun ve amaçların güzelliğine inandırılıyorduk. Bir tür figüratif sanata karşı kendi daha yüce ve derin amaçlarını savunan soyut sanat bakışı söylemiyle... “İçsel bir ruh zorunluluğundan kaynaklanan şey güzeldir, içsel olarak güzel olan şey güzeldir” diyor ya Kandinski, ünlü manifestosunda. Allah’ın boyasıyla boyanmaktan söz ediyorduk. “Allah’ın boyası ile boyanınız; boyası Allah’ınkinden daha güzel olan kim vardır?” (Bakara: 138)

Tesettürü benim kuşağım işte o şekilde kavradı ve giyim kuşamıyla davranışlarında hayata geçirmeye çalıştı. Batılı Beyaz Kadın Özne üzerinden yayılan“çağdaş kadın” imgeleri üzerinden olsun, “ulusal kadın modeli” üzerinden olsun dayatılan kadınlık tanımlarına dönük eleştiri,Kur’an ve sünnetin sunduğu açıya göre kendi tanımını gerçekleştirmeye çalışıyordu. Zevklerin gelişmesine izin veren bir süreklilikten söz edilemezdi, sadece ilk kez duyuluyormuş gibi bir algıyla kulak verilen örtünme emrine uymak gerekiyordu.  Baskı ve kısıtlamalar nedeniyle meydana gelen bir kesinti, boşluk ve apaçık bir mağduriyet noktasında, Müslümanlığın kamusal ifadesi bağlamında yeni bir başlangıç yapıldığı söylenilebilir. Zevkleri belirleyen Unkapanı’ydı, Mesture Giyim’di. Belli bir kumaştan yapılmış koyu renkli pardösü modeli gökten indirilmiş gibi mutlak görünürdü. Pantolon erkek giyimi sayıldığı için, kadın giyiminin bir parçası olduğunda kınanırdı.

İmanını koruma kaygısını izleyen kamusal alana açılma dönemi, başörtüsü yasaklarına karşı mücadeleyle aynı şeydi. Müslüman kadınlar bir özgürlük mücadelesi içinde yol alırken elbette güzelden kopmadılar, gelgelelim yasaklar kendi özgül niteliklerini taşıyan bağlamlarda yeterince derinleşmelerine ve yenilikler gerçekleştirmelerine izin vermedi. Hüzün, yas, endişe, lekelenme korkusu ve savunma psikolojisiyle geçen yıllar, yeni ifade yolları yerine bildik, tecrübe edilmiş geleneksel sanatlardaki tekrara sığınarak güzelle bağını korumaya izin verebilirdi sanki. Üstelik zaten çirkin olarak işaretlenmeleri sürüyordu, Hürriyet manşetlerinde, ZDF ekranlarında.

Muhteşem annelik tecrübesi üzerinden saldırıya uğruyordu Müslüman kadın bir de, doğurganlık özelliği nedeniyle hem hâkim kültür tarafından varlık olarak daraltıldığı bir tanımlamaya maruz kalıyor, hem de kendi cemaati içinde bu tanımlamalar karşısında bir başına açıklamalar geliştirmesi bekleniyordu.

Kadın olmanın en ayırıcı özelliği olan anneliğin kadrinin kıymetinin bilinmemesinden ileri gelen acıların bir sonucu, Luce İrigaray’ın ifadesiyle “bir biçimler düzenine hapsedilmiş olmak.”

Başörtülü bir kadının inançlarıyla uyumlu ve zamanının esinlerine açık “tinsel” değerler üretme konusundaki başarısı sadece kişisel azmini korumadaki sebata bağlıydı, denilebilir. “Güzel”le ilişkili bu sakınımlı tutumun giyim kuşam tarzını da etkilemesi kaçınılmaz.

Şimdilerde şartlar görece değişmiş görünüyor. Başörtülü kadın herhangi bir sanat alanında daha fazla destek ve anlayış görebilir. Üstelik giyim kuşam konusunda da bir on yıl kadar önce bile olmadığı ölçüde seçenek ve anlayışla karşılanabilir. Ama aynı zamanda “biçimler düzeni”nin hapsinde oyalanarak kendine zulmedebilir. Algılardan değil, somut tercihlerden söz ediyorum. Başörtüsü yasaklarından bir şekilde etkilenmiş kadınların moda sektörünün diliyle konuşmaya başlamış olmaları, sadece yasakların sebep olduğu travmatik etkiyle açıklanabilir mi... Şimdi ortam görece serbest ve süreç de bir güzellik üretmeyi talep ediyor sizden, kendiniz adına. Nasıl güzel bakabilir, kendinizi güzel bulabilir, güzeli üretebilirsiniz...

Henüz ham güzelliğimiz, süzülmüş içsel bir birikimle dokunurken   bize aitleşir, içselleşmiş değerlerimizin pırıltısını yansıttığı ölçüde de kendimize ait bir güzelliği oluşturmayı sürdürür.

Güzelle ilişkimizi, güzelliğimizin üretimi konusundaki arayışımızı kendi anlamımızı koruyup gözetecek şekilde geliştiremediğimiz takdirde, asla sona ermeyecek bir örnekliğin biçimler düzeninin koğuşlarına kapanmayı sürdüreceğiz. Bunun somut açıklaması, güzeli tüketimde arayan avm gezgini gerçekten “kapalı” kadınlara dönüşmektir.

Zahirde güzelliğimize karar verme konumunda görülen ekrandır, reklâm panolarıdır, moda ve kozmetik sektörüdür. Oysa gelişmeye devam eden, bir porselen soğukluğuyla malul olmayan güzelliğimizi elimizden alamayacak olan da tastamam bu konuda yönelen baskılara direnmemizi sağlayan kendiliğimizin yalınlığa ve basitliğe dayanan yapı taşları, gösterişin reddiyle biçimlenen beğenimiz, ruhumuz, görünüşümüz, adabımız...